Karartma!

O gün, “Bu işte terör örgütünün parmağı olduğu açık, işin içinde karanlık güçler var” dediğimizde, kimse dinlemiyordu; hoş bugün de dinlemiyorlar.

Emniyet, Sivas olaylarına karışan 4 teröristi tespit ettiğini açıkladı; kimse tınmadı. Özal Harp Dairesi mensubu olduğunu öne süren firari bir üsteğmen, olayları kendilerinin çıkardığını söyledi, kimse ilgilenmedi.

Sadece bir gazetede iki sütuna birkaç satırlık haber oldu. Ne üstünde duran oldu, ne de oturup tartışan.

Şimdi de, o gün olaylar üzerinde derin bir karartma uygulayan İstanbul basınının bazı yazarları!, “Biz yanlış yaptık, Aziz Nesin’i boş yere eleştirdik, özür dileriz” gibi anlamsız bir telaşın içindeler.

Devletin bir takım birimleri “Sivaslılar suçsuzmuş” dedikçe, bazı yazarlar da, aksi yönde gardlarını almaya başladı. O gün “Tahrik etti” dedikleri Aziz Nesin için bugün “Tahrik etmemiş” diyorlar.

Türkiye ne çekiyorsa, hedef saptırmanın en alasını dayatan İstanbul basınının bu tavrından çekiyor.

18 yıl önce o gazetelerin attıkları manşetleri kimse unutmadı. Biz PKK’yı işaret ederken, onlar bol bol “Yobaz” manşetleri attı. Kimi “Şeriat ayaklanması” dedi, kimi “Yobazlar, aydınları yaktı” diye yazdı.

Devletin Valisinin “Git konuş” diye ikna ettiği dönemin Belediye Başkanına bile “Kalabalığı tahrik etti” diye yazıp görevden aldırdılar. Hem de sahte fotoğraf yayımlayarak.

İstanbul basınının karatma operasyonu ile devletin ilgili birimlerinin kafası karıştırıldı; o gün araştırılması gereken hiçbir şey araştırılmadı. Bugün bile enine boyuna bir araştırmayı engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Çünkü bunlar, kaosla besleniyorlar; suçlayarak, saptırarak ayakta duruyorlar. Taa, Cumhuriyet öncesinden beri böyleler. Ülke işgal edilirken Sarayın gözünü boyayan, gerçekleri karartanlar da bunlar.

Mustafa Kemal, Samsun’a çıktığında, karşı çıkanlar, saraydan ve mandadan yana tavır alanda bunlar, Cumhuriyeti ilk kutlayıp, sözde sahip çıkanlar da…

İnönü’yü karalayıp, Menderes’in yanında olanlar, Menderes asıldığında göbek atıp, ertesi gün İnönü’nün yanında saf tutanlar…  

Demirel gelince, Ecevit yanlısı olanlarla, asker gelince esas duruşa geçenler de hep aynı karartmayı uygulayanlar…

10 yıl önce Başbakan hakkında yazılanlara bakın, bugün yazılanlara… İsimleri aynı, kalemleri aynı, yazdıkları farklı…

Mustafa Kemal’e bile Sivas’ta gazete çıkarttırıp başyazı yazmaya zorlayanlar da bunlar. Çünkü, kaypak zeminde güreş tutuyorlar.

Nitekim, Mustafa Kemal İzmir’i tekrar alıp yabancı basın mensupları ile sohbet ederken; Türk basınının tavrıyla ilgili sorulara muhatap oluyor. Diyorlar ki, “Dün size karşı olup, manda ve himaye isteyen Türk Basını, Cumhuriyet fikrinize karşı çıkmayacak mı?”

Tebessüm ediyor Mustafa Kemal, “Meraklanmayınız” diyor; “Türk basını Cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale olacaktır”…

1919’un ironisi ile 2011’in manzarası arasında bir fark var mı?

Önce karartıyorlar, sonra kıvırıyorlar.

(7 Temmuz 2011/Hakikat Gazetesi)

Sıfıra sıfır…

Toplumsal bir olayın üzerinden 17 yıl geçtikten sonra bir takım abuk sabuk yorumlar yapmak kolay…

Bu; yarı ağıtla, yarı hedefsiz suçlamalarla dolu zırvalıktan öteye gitmez.

O günleri yaşayacaksın, ortamı bileceksin, dengeleri tartacaksın, hesap soracağın kişileri iyi tespit edip doğru soruları soracaksın.

Bol hamasetli, bilinen üç beş cümleyi satırlara dökersen, ortaya ne sonuç çıkarırsın ne de amaç!

Sivas yine 2 Temmuz sendromuna girdi ya; o tarihte akıl baliğ olmayanlar bile bugün ahkâm peşinde.

17 sene her yıl bu olaylarla ilgili yazı yazdım; olayların haftasında enine boyuna yazı dizisi yaptım.

“Olaylar bir tahrikti, yabancılar Sivaslıları kışkırttı” diye hedefsiz cümleler kurmadım.

Aksine, “Tahrik edenler ve bu ağır tahriklere çanak tutanlar o günkü mülki amirlerdi” dedim ve demeye de devam ediyorum.

Radikal sağın ve Radikal İslam’ın en üst perdede yaşandığı o günlerde; bırakın sözü, söylemi, havaya üfürdüğünüz nefesin bile karşılık bulduğu bir ortamda Vali ve Kültür Müdürü’nün amacı neydi hiç sordunuz mu?

Cadde ve sokaklarında nerden, ne zaman geldiği bilinmeyen cübbeli sarıklı gençlerin dolaştığı koca şehirde hiç mi istihbarat alınmadı? O günün istihbaratları ne diyordu hiç merak ettiniz mi?

En alakasız kişinin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a açık Cumhuriyet Meydanı’nda halka hitap ettirilmesi için organize yapıldığından ve son anda programdan çıkarıldığından haberiniz var mı?

Asıl plan neydi hiç kafa yordunuz mu? Konuşsaydı sonuçları ne olacaktı bir tahmininiz var mı?

Bir yandan hem şehirde hem kırsalda terör, diğer yandan memur eylemleri, siyasi parti geceleri, karışık bir siyasi ortam, güvenoyu almamış bir hükümet; yetmedi güvenlik en alt düzeye inmiş bir kent!

Böyle bir ortam, planlı mıydı, değil miydi aklına takılıyor mu? Can güvenliğini sağlayamadığı yığınla insanı en üst merci olarak davet edip göz göre göre çaresiz bırakanlardan hesap sordunuz mu?

“Hiçbir Valiyi kutlamadım ama bu Valiyi kutluyorum” övgüsünü almak için miydi tüm bunlar?

Bir tarafın hamasetiyle, oturup dövünmesiyle, öbür tarafın “Gelmesinler, karıştırmasınlar” demesiyle katedilecek bir yol değil bu. Öyle olsaydı 17 yıldır ortada bir tek sonuç, bir tek “işte bu” diyeceğimiz bir kanıt olurdu elimizde.

Sayfa sayfa yazılar yazıp bilindik şeyleri süslü cümlelerle her yıl pazarlayabilirsiniz.

Ancak, 17 yıl değil 117 yıl sonra da okuyacağımız yine bu ve benzeri yazılar olur.

Sıfıra sıfır, elde var sıfır…

(1 Temmuz 2010/Hakikat Gazetesi)