Farklı bir kitap

Zeynep Şirin Özoğlu
(Okuyucu)

Romanı elime aldığımda önceki dönemde yaşamış birinin 200 sayfadan fazla nasıl bir biyografisi olur diye merak ediyordum. Roman askeri bir kişilik üzerinden tarihi olaylarla kurgulanmış.

Romanı okuduğumda ilk göze çarpan şey sizi içine çekiyor olması ve o tarihi anları yaşamışsınız ya da o anda yaşıyormuşsunuz hissine kapılmanız. Bir kere şunu söylemeliyim ki, kitapta birden fazla tarihi olay var. Neredeyse tarih kitabına yakın ama hepsi hikayeleştirilerek anlatıldığı için roman şekline dönüşmüş ve bunda da gayet başarılı olmuş yazar.

Roman denemeleri olan biri olarak anlatım diline ve sadeliğine bayıldım. Hiç tekrara düşülmediği için de her sayfasını aynı tatta okuyorsunuz. Dediğim gibi çok tarihi olay var. Mesela ben Bab-ı Ali baskınını bu kadar net gereksiz detay ve siyasi bakış açısına yer vermeden ilk kez bu kitapta okudum. Bilmediğim ve bilmediğime şaşırdığım bazı isimlerin o gün nasıl bir psikoloji içinde olduğunu buradaki kısa anlatımla hissedebildim. Çatalca baskını ve sonuçları net ifade edilmiş. Sarıkamış ile ilgili bölüm çok çarpıcı ve hüzün dolu. Örneğin Sivas kongresi günlerini sanki oradaymışsınız ve siz takip ediyormuşsunuz gibi heyecanlanıyorsunuz. Ayrıntılar ve detaylar tarih kitaplarında bulamayacağınız türden.

Kitabın kısa bir özetini çıkarmak, içinde birden fazla tarihi olayı içinde barındırdığı için imkansız. Tarih yazanlar genellikle kendi ideolojileri çerçevesinde konuyu ele alırlar ve sizi kitabın sonunda kendi görmek istedikleri yere getirirler. Ben çoğu ünlü yazarın tarihle ilgili kitaplarını okuduğumda çok sık Google’a başvurmak zorunda kaldığımı biliyorum ve anlatılanların aslında çok farklı şekilde geliştiğini okuyorum.

Rütbesi Türk bu anlamda sizi yazarın istediği ideolojiye götürmüyor. Kitapta en dikkat çekici yerlerden biri Cumhuriyet devrimleri ile ilgili bölümler. Roman kahramanı Gazi Seyit Mehmet’in üzerinden devrimlerin neredeyse tamamının halka olan yansıması çok taraflı olarak yansıtılmış. Karşıt görüşlerin ikisine de yer yer diyaloglarla verilmiş ve çıkarım ustalıkla okuyucuya bırakılmış.

Gazi Seyit Mehmet’in sivil yaşantısı tam bir Anadolu insanların günlük yaşantılarından sosyal, kültürel, kimi zaman etnik ve sosyolojik pasajlar barındırıyor. Dedelerimizden ninelerimizden dinlediğimiz dönemleri kitabın içinde siz yaşıyorsunuz. Kendinizi Gazi Seyit Mehmet’in komşusu yahut hane halkından biri gibi hissediyorsunuz. Bugün marketlerden aldığımız un, bulgur vs gibi gıdaların o tarihlerde nasıl karşılandığından tutun, komşuluk ilişkileri, toplumsal davranışlar ve yine toplumun sosyolojik bakış açısı kitapta terzi ustalığı ile roman kahramanının ve etrafındakilerin üzerine giydirilmiş. Batı toplumları ile Anadolu toplumu arasındaki nüanslar farkında olup yazıya dökülmemiş hikayelerle gözler önüne serilmiş.

Kitap düşünsel bağ olarak başlangıcından bitişine kadar bir bütünlük arz ediyor. Özellikle birinci dünya savaşından sonraki tarihi gelişimin kitaba yedirilmiş olması size dönüp araştırmanız gereken soru işaretleri bırakmamış.

Kitap içinde coşku, sevinç, üzüntü ve hüznü birlikte barındırıyor. Etkileyici yerlerin çok fazla olması, içinde çok fazla hikayeyi barınması sıkılmanızın ve kitabı elinizden bırakmanızın önüne geçiyor. İlerleyen her bölümde yeni bir sürprizle okuyucu adeta kitaba bağlanıyor. Sonunu merak ettiğiniz ve elinizden bırakmadığınız çok fazla hikayeyi barındırıyor. (Yazarlık dersleri aldığım dönemde bize konudan sapmamak için her gelişmenin oluşturduğumuz hikaye etrafında ilerlemesi gerektiği öğretilmişti. Bu kitap o söylenenlerin tam zıttı olarak kitaplığımda yerini aldı. Bir romanın içinde de sürükleyici bağımsız gibi görünse de kitabın ana fikrine ve felsefesine uygun bu kadar çok hikayeyi barındırması da mümkünmüş.)

Son söz şunu söyleyebilirim; kitap sizi diyaloglarla boğmadığı gibi yazarın anlatımı ile de sıkmıyor. Kitabın değişik bir formatı var ve okuduğunuz anda yaşanıyormuş gibi bir durumla karşılaşıyorsunuz. Güzel olanı da kitaptaki hikayeleri okuyucu istediği gibi o an gözünde canlandırabiliyor. Kitabın içinde oynayan bir filmi seyreder gibisiniz. Bitirdiğinizde başa dönme hissi uyandırması da bundan olsa gerektir.

Yüreğine taş oturacak

Eraydın AYTEKİN
Gazeteci/DHA Sivas büro şefi

Kitabı bir solukta okudum. Etkileyici bir anlatımla kaleme alınmış, çok güzel bir hikaye.

Osmanlı’nın buhranlı günlerinden yeni Türkiye’ye geçiş sürecindeki sıkıntıların da yansıtıldığı, isimsiz bir kahramanın ibret alınacak hayatı. Hiçbir başarının cezasız kalmayacağı deyiminin hazin bir örneği.

Okuduğunuzda yüreğinize bir taş oturduğunu fark edecek ve hikayenin kahramanının yaşadığı o duyguyu bire bir siz de en derinden hissedeceksiniz.

Aydın abimizi tebrik ediyorum, yüreğine ve kalemine sağlık. Mutlaka devamını da bekliyoruz. Emeğine sağlık. Mutlaka okunmalı, okutulmalı….

Dizi ya da film olur

Sabri KARAKAYA
Basın İlan Kurumu Tekirdağ Müdürü

“Rütbesi Türk”… Dün bir kargo geldi… Bir yayınevinden gelen kargo… Hem de adıma imzalı… Kendisiyle kurumumuz yayın organı “Basın Hayatı” dergisi için uzunca bir süre sahipliğini üstlendiği ve halen ortağı bulunduğu “Hadiselerle Hakikat Gazetesi” için röportaj yaptığım, yaklaşık 3 yıl da severek görevde bulunduğum Cumhuriyet Şehri Sivas’ın yetiştirdiği gazetecilerden Aydın Deliktaş’ın yeni çıkan kitabı bu… Çok mutlu oldum, “he mi” de duygulandım…

Akşam yemeğin ardından sevgili ağabeyim ve arkadaşım Aydın Deliktaş’ın “Rütbesi Türk” adlı Sivaslı Gazi Seyit Mehmet Öktem’in hayatını konu alan ve ileride dizi veya film olabileceğini düşündüğüm bu romana kendimi öyle bir kaptırmışım ki, saatin 24.00 olduğunun bile farkına ancak eşimin “Yatıyoruz” seslenişi ile vardım.

Yaklaşık 4 saatte 185’inci sayfaya gelmişim… 208 sayfalık bu romanı gece bitirmeliydim. Ama olmadı… Bu sabaha kaldı. İyi ki, bu sabaha kalmış, yoksa Sivaslı Gazi Seyit Mehmet Öktem’in vefatıyla noktalanan son bölümünden de etkilenerek sabahı edemezmişim…

Ellerine ve yüreğine sağlık Aydın Deliktaş… Tüylerinizi diken diken edecek ve benim gibi bir solukta okuyacağınızı umduğum bu romanın daha birçok kez basılacağına ve binlerce okuyucuya ulaşacağına da inanıyorum.

Son söz, sevgili ağabeyim ve arkadaşım Aydın Deliktaş’ın “Rütbesi Türk” adlı romanından:

“Yüreği ülkesi için atan her vatandaşın hikâyesi değerlidir. Türk olmak ve memleketimizin istikbali için tuğla koymak başkaları tarafından taltif edilmekten önemlidir. Tarih, zamanı geldiğinde ülkemiz için yapılan her faydalı işin hakkını sahibine teslim edecektir”.

Etkilendim…

Hüseyin YILANKIRAN

3 yılda yazılan bu kitabı 3 günde okuyun lütfen değerli arkadaşlarım.

Sivas Vilayet kitabevinden aldığım bu kitabı okudum. Önsözünü de 3 kez okudum. Her vicdanlı vatansever Türk kendini bulur hemen. Böyle muhteşem başlayan bir önsözden sonra aklıma gelen Hıncal Uluç’un “Kendi yıldızını bulmak” adlı kitabı oldu ama şükür öyle de değildi .

Hıncal Uluç o kitapta önsöźüne Avrupalı bilge yazarın muhteşem bir makalesini koyup ardından sıradan yazdığı günlük gazete makalelerini koyarak tam bir aldatmaca yaşatmıştı okuyucusuna.

Rütbesi Türk’de her Türk’ün mütevazı ve mücadeleci ruhu iyi anlatılmış.
Sarıkamış felaketi ve Ermeni Techiri tarihi gerçekleriyle araştırılıp yazılmış.
Kitabın kahramanı Seyit Mehmet’in uğradığı haksızlıklar ve kişisel mağduriyetlerde de sadece bireysel olarak mücadele etmesi, görevdeyken çocukluk arkadaşı İsmet İnönü’den de imtiyaz ve destek istememesi de iradenin azmin simgesi olmuş. Seyit Mehmed’in şahsında Milli mücadelelerin nasıl verileceğini de çok iyi kavramış olduk.

Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olan Cumhuriyet Halk Fırkası teşkilatlarının millete ve emekli subaylara olan baskısını Atatürk’te tahmin edememiş. O gün ya tabii olursun yada helak olursun, ya da Bugünkü gibi de ya biat edersin ya da mahvolursun baskısı tarihin sadece tekerrürüdür.

Verilen gaziliğin siyasi teklifin reddiyle geri alınması Seyit Mehmed’in sonunu hazırlamış. Kitap gerçekte birde biyografi gibi. Kitapta hiç alıntı yok, resim ve belgeler araştırılıp temin edilmiş Süper.

Son sayfalarda acı ve hüzün var. Etkiledim. Kutluyorum bu kitaba verilen emeği. Kutlarım yazarımızı.

Rütbesi Türk

Ali İZGİ
Gazeteci&Programcı

RÜTBESİ TÜRK

Aydın (abinin) DELİKTAŞ Kitabını aldım. Kitabı elinize aldığınızda kapak tasarımı ve ismi sizi büyük bir heyecana sevk ediyor. Ancak ben bu heyecana kapılıp bir nefeste okumadım, üç günde yavaş yavaş, sindire sindire okudum.

Yazar kitapta Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi, 100 yıl öncesinin Sivas’ını ve bu toprakların yetiştirdiği isimsiz kahramanları öyle güzel anlatmış ki! okurken göğsünüz kabarıyor. Belgesel tadında çok güzel bir Roman olmuş.

Böyle bir çalışmaya imza atanan benim meslektaşım ve arkadaşım olduğu için büyük gurur duydum. Aydın abiyi tebrik ediyorum…

Bu arada Eser Sivas’ta iki kitapçıda satılıyor (Paşa camii altındaki Vilayet kitap evi ve İstasyon caddesindeki Yeni Dört Eylül kitap evi) okumak için ikinci baskıyı beklemeyin…

Rütbesi Yazar

Erdoğan DURSUN
Felsefe grubu öğretmeni

Ercüment Damalı, Rıfat Öçten, Şevki Ecevit, gibi siyasi kimliklerinin yanı sıra entellektüel kişiliklerini ortaya koydukları Hakikat Gazetesinin 1949 yılı arşivinden “42 Yıl Önce Hakikat” diye bir başlığa araştırma yapmamı istediğinde Rahmetli Ahmet Turan Gürel benim için muhteşem bir deneyim olmuştu. Sedat Veyis Örnek, Eflatun Cem Güney, Ahmet Göze gibi yazarları ortaya koydukları düşünceleri, analizleri görmüş FİKRİYATI YÜKSEK SİVAS izlenimi bende yer etmiş “Şimdi yeni yazarlar çıkar mı diye” ah vah etmiştim. O gazeteden çıktı o yazar Aydın DELİKTAŞ.

Rütbesi Türk’ün yazımı sonrasında baskıya girmeden bazı bölümlerini görmüş düşüncelerimi söylemiştim.

Şimdi öyle “Bir solukta okunacak kitap” gibisinden süslü püslü sözler söylemeyeceğim.Kitabı alıp okuduğunuzda şunun farkına varacaksınız; Tarihin tadını almak. Nedir tarihin tadını almak derseniz; ” Tarih kronolojik sıralama değil felsefesini yapmak demektir”. Aydında bunu yapmış. Okuyucuya analiz ve hayal etme fırsatını vermiş. Dramaturjik ögeleri sağlam. Kitabı okurken hayal edin ve filminizin yada oyununuzun yönetmeni olun keyif alın.

Bu kitap O’nun ilk romanı. Aydın Deliktaş ı tanımayanlar için merak edilecek bir kişilik. Bizden sonraki nesilden gelen genç gazeteci arkadaşlarımıza iyi bir örnek. Kendini yıllar içinde yetiştirip bir basın mensubunun muhalif tutumunun aslında kendine muhalif olarak kendini yetiştirmenin örneği olduğunu görmek gerek. Aydın sadece bir gazeteci değil artık bazılarının kendine söylettirdikleri GAZETECİ YAZAR.

Kısacası RÜTBESİ YAZAR hemde Gazeteci Yazar. Okurun çok olsun sevgili arkadaşım.
Bu arada kitabın yayıncısı Doğan YaşarDoğan’ı da tebrik etmeden geçemeyeceğim.

Hayal gücü yüksek okumayı sevenler için kesinlikle öneririm.

Ne mutlu Türküm diyene!

Ziya Soybayraktar
Sosyolog

Aydın Deliktaş kardeşimin “Rütbesi Türk” kitabını büyük bir heyecanla ve sindire sindire okudum. Sayın Deliktaş’ın gazetecilik hayatındaki yazılarını severek okuyan bir okuru olarak kullandığı arı dil Türkçe, kısa ve öz metinler içine ustaca işlenmiş mesajlar, sahibine gönderilmiş mektuplar gibi yerine ulaşıyordu. Üslubunu ve yazı karakteristiğini çok takdir ettiğim bir arkadaşımın Rütbesi Türk romanı beni hiç şaşırtmadı. Yazı dili, üslubu, cümle yapısı, olayları anlatışındaki sadelik o kadar berrak ki maşallah.

Bu şehrin kıraç toprakları Türk Edebiyat tarihine, folkloruna, halk kültürüne kazandırdığı ozanlar, yazarlar, şairler ve araştırmacılar ile çok bereketli ürünler sunmuştur. Belki de en verimli yanımız bu alan. Coğrafyanın insan karakterine etkisi, kadim geleneğin muazzam bereketi Sivas’ımızı Türk Edebiyat alanın da öne çıkarıyor. Kıymetli kardeşimiz de onlardan birisi.

Kitabı okuduğumda;

Geleneksel hayatın normlarını ve folklorunu, içinde büyüdüğü şehrin kendisinde içselleştirmiş olduğu duygular ile o kadar güzel anlatmış ki; Sivas’ı hiç yaşamamış bir insan, kitabı okuduğunda bu şehrin coğrafyasını, iklimini, komşuluk ilişkilerini, imece çalışmaları, kız isteme adetlerini, aile yaşamında uyumlu bir ailenin sevgi, saygı ve nezaket kuralları çerçevesinde anne-baba ve çocuk ilişkilerindeki hoşgörü, tevazu, nezaket ile birlikte birey olmaya saygıyı fark ediyor.

Kent sosyolojisindeki farklılıkları, Sivas ve İstanbul’da Gazi Seyit Mehmet Yüzbaşı’nın ikametgâh değişikliklerinde o kadar güzel ortaya koymuş ki, sanki sürecin içindesiniz. Kent yaşamını insanların sosyaliteleri, duyguları ve modern-geleneksel olgusu, güzel anlatılmış.

Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında yaşanan gelişmeler, askerin tutumu, milli hissiyatın, devlet olma bilincinde ne kadar etkili bir duygu olduğunu ortaya koyuyor. Türk milliyetçiliğini, Türklük şuurunu, iman esasları ile bütünleşik, Osmanlı askeri eğitiminde yetişen askerin bu duygular ile ne kadar samimi kişiliklerde olduğunu görüyoruz.

İnanç öğelerinin, mukaddesatın, ahlaki şuurun sağlam bir iman ile bütünleşmesi halinde insanda oluşturduğu, kişilere kazandırdığı mücadele azmi ve korkusuzluk inancını, hikâyenin kahramanı Gazi Kıdemli Yüzbaşı Seyit Mehmet’in ilişkileri üzerinden o kadar güzel ortaya koymuş ki, hikâye okuru kendi anaforuna dâhil ediyor ve süreci sanki birlikte yaşıyormuş gibi hissettiriyor.

Romanın geçtiği dönemin geçiş dönemi olmasından kaynaklı ilişkilerdeki kopukluklar, uygulamadaki aksaklıklar, ihmal ve yanlış işlemler roman kahramanı Gazi Yüzbaşı Seyit Mehmet’i mağdur ettiğini ama Seyit Mehmet’in inancı, devletine güveni, milliyetçilik duyguları farklı ilişkiler içine girmesinin önüne geçmiş.

Ne Mutlu Türküm Diyene.

Herkesin okumasını önereceğim kitap gerçekten övgüye layık. Eline, yüreğine, aklına sağlık Aydıncığım.

TARİHİ ROMAN MI EDEBİ ESER Mİ?

Her şeyden önce Rütbesi Türk kolayca okunan, hayal gücünün, heyecanın, hepimizce çok rahatlıkla anlaşılabilecek karakterlerin ve bu karakterlerin hayallerinin, kusurlarının büyük bir başarıyla anlatıldığı bir eserdir.

Yazar’ın kitaptaki en büyük başarısı hikâye anlatıcısı olarak ortadan kaybolmayı başarıp, hikâyeyi karakterlerinin sürdürmesine olanak vermesinde gizlidir. Okura hangi karakterin hareketlerinin onaylanması hangilerinin yerilmesi hususlarında yol gösteren herhangi bir otoriter ses yoktur. Okur roman boyunca kendi yolunu kendi bulmalı, şaşırmalı, karmakarışık duygularla boğuşmalıdır. Muhtemelen yazar, zaten böyle objektif bir eser yazmayı planlamıştır. Edebiyat tarihçileri ve yakın tarihçiler muhtemelen Rütbesi Türk’ü daha iyi anlayabilmek maksadıyla yazarın biyografisiyle, kişiliğiyle ve diğer eserleriyle ilgili araştırmada bulunmaya çalışacaklardır. Ancak, bu kitapta yazarın hayatı gizli kalmıştır. Yazarın henüz başka eseri olmaması nedeniyle kitabın sayısız farklı yorumu eserin değerini sürekli korumasına yol açacağı muhakkaktır.

Kitapla ilgili en basit açıklama romanın Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında geçtiğini ifade etmek olacaktır. Okur hikâyeye bu noktadan girerse, tarihi arka planı kavrar, olayların gelişimini, Türk insanının yabancı işgalcilere ve örgütlü-örgütsüz mücadeleye karşı nasıl bir tutum geliştirdiklerini görür. Bu noktada yazarın gücü hikâyeyi hem içe işleyecek hem de güçlü kişilikler üzerine bina edecek şekilde yazmasında saklıdır. Yazarın arka planı büyük başarıyla çizmesi okurda sanki o an gerçekleşmekte olan bir hikâyeyi okuduğu izlenimi uyandırmaktadır. Kitabı ikinci kez okunduğundaysa yazarın yaşadığı yöre, bir takım kültürel farklılıklarıyla ön plana çıkar.

Romandaki ana karakterler gerçek kişiler olsa da tali karakterler de sanki gerçek hayattan bire bir kopyalanmış gibi gözükmektedir. Örneğin üsteğmenken dostluk kurduğu yakın arkadaşı Kenan, sağ kolu ve emir eri Ramazan, Hallaç Hıdır, sivil hayatta kendine edindiği asker emeklisi arkadaşlar, muhatap olduğu taş ustası ve hafız gibi karakterler gerçekte yaşamış gibi bir izlenim vermektedir.  Tüm tarihi olayların roman kahramanı tarafından yorumlanmış olması, yazarı da bu tarihi süreç karşısında kitaptan çıkarmış ve objektif bir duruma getirmiştir. Tartışmalı tarihi konularda yazar, kararı okuyucuya bırakmayı da başarmıştır. Örneğin romanda Ermeni Tehciri konusunda günümüzde de geçerli olan iki görüş baskın bir şekilde ortaya konulmuştur. Roman kahramanının askeri bir kişilik olması sebebiyle o cepheden bakışla tehcirin gerekliliği, babasının bakış açısı ile de sivil insanların tehcire bakışı net şekilde anlatılmıştır. Yazar, başarılı bir şekilde taraf olmaktan çıkmış ve yorumu aynı başarıyla okuyucuya bırakmıştır. Benzer başarılı uygulama, Çatalca Savaşı ve Sarıkamış Harekâtında da satır aralarında görülmektedir. Roman kahramanının hiyerarşik yapısı birçok açıdan tam bir askeri disiplini ifade etse de zaman zaman inisiyatifler alması ve kendinden beklenmeyecek çıkışlar yapması alınan birtakım kararların yanlışlığına yine aynı disiplin içinde göndermeler barındırmaktadır.

Roman kahramanı geleneklere son derece bağlı bir karakter çizmiş olmasına rağmen özellikle karşıt görüşleri etkileme biçimi hem o dönemin hem de bugünün aydın kesimin propaganda biçimini andırır. Felsefi bir arka planı olan dönem kahramanlarına yapılan göndermelerde daha ziyade Seyit Mehmet’in iç dünyasını betimlediği yerlerde sezilmektedir.

Bir başka açıdan bakıldığın da şu yorum da yapılabilir; Rütbesi Türk, önceleri Osmanlı’yı hemen ardından da genç cumhuriyeti tehdit eden rejim karşıtlarına karşı önce bir askerin sonrasında bir sivilin aynı ruhla bir cevabı olarak algılanması biçimindedir.

Bu yoruma göre Seyit Mehmet, önceleri üniformasının verdiği görev ve yetkileri en üst seviyede yerine getiriyor gibi gözükmesine rağmen temelde bağlılığının vatan, bayrak ve din olduğu telakki edilebilir.

Diğer taraftan Rütbesi Türk’ü bir Türk milliyetçiliğinin etkisi altında yazılmış olarak kabul etmek belki de çok basit bir yaklaşım olacaktır. Seyit Mehmet’in milliyetçiliği, on sekizinci yüzyılın sonlarında doğup Avrupa’yı kasıp kavuran milliyetçilikle pek de mukayese edilemez. Neticede Seyit Mehmet, nihilist öğeler taşıyan ve tüm ideolojileri reddedip, yalnızca vatana-insana hizmet temeline dayanan bir sistemin özlemindedir. Benzeri şeyi tüm ulus için tasavvur etmek, insan algılarını ve yaşamını bu uğurda feda edecek bir ideolojiyi savunmak ne kadar mantıklı olabilir?

Rütbesi Türk’ü ulusal özgürlükle alakalı gizli kapaklı anlamlar içeren bir eser olarak görmek aynı zamanda kahramanın siyasetle ilgilenmeme hususunda yaptığı beyanatlarla da çelişecektir. Daha da ötesi bu türden bir yorum eserin değerini azaltırken, daha ziyade bu tür yorumları yapan kişilerin kendi fikirlerinin baskın şekilde ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir. Bu da eserin ideoloji uğruna heba edilmesi manasına gelir.

Peki Rütbesi Türk’ü günümüzün koşullarıyla nasıl okuyabiliriz?

Rütbesi Türk, en ufak bir siyasi çözüm önermediği gibi geleceğe de herhangi bir siyasi pencere açmamakta, yalnızca tarihi dikkatli ve çeşitli biçimlerde okumanın nelere yol açacağını sergilemektedir. Ancak kabul etmek gerekir ki dünyanın her yerinde siyasiler ve alt kademeleri Rütbesi Türk gibi kitaplar sayesinde, siyasi hırsla aldıkları birtakım kararların ileride nasıl sonuçlar doğuracağını ve gelecek nesiller tarafından ne şekilde algılanacağını anlamış oluyorlar. Bu da kitabın hedeflenmemiş olsa da sonradan ortaya çıkan faydalarından biri olarak görülmelidir.

Bu okuma biçimlerinin hepsi mümkündür elbette. Ama tüm bu yorumlar en önemli gerçeği gözden kaçırmamalıdır. O da Rütbesi Türk’ün aslında bir edebi eser olduğu gerçeğidir. Bu eserin temel amacı gerçekleri ortaya koyup, çeşitli siyasi polemikler yaratmak değildir aslında. Daha ziyade edebiyatın yapabileceği şeyleri, okuyucuyu etkilemeyi, hayatın çeşitliliğini, karmaşıklığını gözler önüne sermeyi, insanlıkla alakalı daha derin ve evrensel gerçekleri keşfetmeye çalışmayı, kendimizi ve dünya hakkındaki algılarımızın nasıl oluştuğunu betimlemeyi hedeflemektedir. Yazar metne açıkça sezilecek biçimde müdahale etmemiş aksine daha çok kurnazca biçimlendirdiği ipuçlarıyla, tuzaklarla, tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi hakikati yalandan ayırmayı bize bırakmış. At gözlüğü takarak metni okuyan biri kitaptan tamamen fanatik bir siyasi hınç sonucu çıkarabilir. (Her dönem yaşanan siyasi hınçlara ne diyeceğiz o zaman?) Kötü niyetli bir okuma ile metnin cumhuriyetin ilk yıllarını karalamak için bulunmaz bir fırsat olduğunu da ileri sürebilirler. Ama bu da son derece riskli bir tutum olacaktır. Dikkatli okurlar Rütbesi Türk’ün aslında tüm bunlardan çok daha farklı yerde bulunduğunu hemen kavrar.

Her şeyden önce Rütbesi Türk, ideolojilerin hatta dogmatik öğeler taşıyan ideolojilerin eleştirisi olarak algılanmalıdır.

Aslında metinde Seyit Mehmet, uzun uzun hem dinine bağlı hem ülkesine, vatanına ve insanına bağlı, gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya sarılmış olmasına rağmen alternatifler üzerinde durarak kendi yaşam deneyimlerini renklendirmiş hem de seküler anlayışı reddetmiştir. Lâkin bu pozitivist yaklaşım bir süre sonra hiper rasyonalizasyon seviyesine çıksa da aniden temelde zihninin derinliklerine işlemiş olan kader-tevekkül başlangıcına dönmesi kişiliğinin ve geçmişinin ona yüklediği misyondan sıyrılmasına engel olmuştur.

Hayli ilginçtir; yazar bir taraftan da Seyit Mehmet karakterinde (onun büyük bir ihtimalle asla kabullenmeyeceği ölçüde) karmaşa ve zayıflık görmemize de olanak verir. Örneğin zaman zaman onca başarısına ve inisiyatif almasına rağmen rütbe alamamasını kaderine boyun eğmiş ve kabullenmiş gibi gösterse de asla unutulmayacak bir hayal kırıklığı ve sebebini ortaya çıkarabilme hırsıyla dolu olabileceğine dair birtakım ifadeler okuruz. Sonra birdenbire kendisini bu amaçtan vazgeçmiş yalnız ve savunmasız hissettiğini görürüz. Bu da bize Seyit Mehmet’in iç dünyasındaki naifliğini, vatanı için mücadele eden bir kahramanın kendisi için mücadeleye girişemeyecek kadar içine kapanıklığını göstermektedir. Yazar, kendi şahsi meseleleri söz konusu olduğunda gerçek duygularını dışa vuramayan bir karakterle okuyucuyu kitabın içine katıp çözüm yolları aramasına da imkân tanımıştır.

Romanın ayrılan kısımları başlı başına bir roman havası vermektedir. Bu da okuyucuyu her yeni bölüme geçtiğinde olumlu olumsuz yeni bir sürpriz beklentisi içine sokmaktadır. Yazar bazı bölümlerde bu beklentiyi karşılarken, bazı bölümlerde belli yaş grubunu çocukluğuna, gençliğine götürecek dokunuşlarla tebessüm ettirmeyi başarmıştır. Kitabı tarihi biyografiden romana evrilten de bu dokunuşlardır. Kahramanın özellikle çocukluk anılarını hayal ettiği bölümler tüm okuyucu kitlesinin ortak anısı haline dönüşmekte ve okuyanı direkt içine çekmektedir.

Romanın duygu bütünlüğü ne anlatılarak ne de diyaloglar yoluyla verilmiş, tam tersine ana karakterlerin sessiz tavırlarıyla sezdirilmek istenmiştir. Bu bazen duygularının neden olduğu tasvirlerle, istem dışı mimiklerle, bakışmalarla, kaş çatmalarla, vücut diliyle anlatılmaya çalışılmıştır.

Kabul etmek gerekir ki böyle bir yöntem gerçeği kelimelerin ifade edebileceğinden daha güçlü biçimde ortaya koymuştur. Bu etkileyici duygu ifadeleri genelde çok az ama en etkili yerlerde kullanılmıştır. Bunun sebebi kısmen durumun son derece kısa sürede olup bitmesi kısmen de çok daha önemli hususların gündeme oturmasıdır. (Savaş ve çetelerle mücadele söz konusu olduğunda ideoloji, askerlik söz konusu olduğunda vazifeler, Seyit Mehmet söz konusu olduğundaysa mantık bu önemli hususları ifade eder.) Bu yüzden de tam olarak anlayamadığımız ancak sezer gibi olduğumuz duyguların ifadesi bıçakla kesilmişçesine son bulur. Ama tüm bu engellere rağmen roman hakikaten ifşa edildiği çok sayıda kırılma noktası içermektedir. Yazar, bu şekilde okuyucuyu sadece bir tek hikâyenin içinde kalmaktan kurtarır.  Felsefeyi bireyselcilik olarak kabul eden filozoflar dünya savaşları arasında bu türden dürüstlük anlarıyla ve insani ilişkilerin neden olduğu savunmasızlığı ilahi gücün tezahürü olarak görmeye eğilimliydi. Dogmatik dinlere ve sosyal bilimlerdeki benzeri yansımalarına (o zamanlar için bu Freud etkisindeki psikoloji ve Marksizm olarak nitelendirilebilir) tepki olarak bireyselciler insan kişiliğine biyolojik, sosyal ve tarihi açılardan yorumlar getirmek dışında konuyu psikoloji, ahlak ve maneviyat penceresinden de inceleme arzusunda oldular.

Özellikle Seyit Mehmet’in vazifesini kusursuzluğa ulaştırma maksadıyla verdiği mücadeleden de anlaşıldığı üzere Rütbesi Türk’ün temelde tekamüle ermiş bir insan modeli önerdiği anlaşılır. Kısacası Yazar’ı bu kitabı okuyup mutlaka bir ideolojiye yakın görmek gerekirse bu da bireyselcilik olacaktır. Bu düşünceler ışığında bakılınca eserin yıllar boyu eleştirmenleri şaşırtacağı ve üzerlerinde tartışmalar çıkmasına neden olacağı muhakkaktır.

Yazar, kendi görüşlerini ve bilhassa ilgilendiği konuları Seyit Mehmet ve diğer roman karakterlerine yedirerek ifade etme yolunu seçmiştir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde kahramanın Mustafa Kemal Paşa’ya olan yoğun ilgi ve alakasını onun üzerinden kaleme alarak son derece ustaca o döneme yöneltilmesi muhtemel aşırı tepkilerin de önüne set çekmiştir. Seyit Mehmet’in uğradığı haksızlık, dönem siyasetine bağlansa da kurucu güç kıvrak bir zekâ ile koruma altına alınmıştır.  

Yazar, dönem romanı yazmasına rağmen bugün kullanım dışı kalmış kelimelere yer vermemiştir. Hem genç okurların hem de önceki nesil okuyucuların anlayacağı şekilde bir dil tercih etmiş, ancak belgelerin çevirilerini Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki dille yayınlayarak genç okurlara araştırma yapma imkânı tanımıştır. Kitabın önsözünden anlaşılacağı üzere Rütbesi Türk, çok farklı düzlemlerde okunabilecek gerçek bir eserdir. Çatalca ve Sarıkamış başta olmak üzere, çocukluk, gençlik ve sivil yaşantı içerisindeki birtakım hikayeler oldukça çarpıcıdır. Ancak yine de bunun bir kurgu eser olduğu hatırdan çıkartılmamalıdır.

Okurun romanı bitirdiği zaman bir kez daha dönüp en başından okuma arzusu duyacağına eminim. Kanımca ister kurmaca olsun ister olmasın bir eserin bu şekilde tanımlanması onun gerçek gücünü göstermektedir.

(EDİTÖR)