V-LAS-MAN

Son birkaç aydır Sivas’ta yaşanan tartışmayı ibretle okuyorum. Ne beylik laflar, cümleler ne tehditler ne kimsenin göremediği(!) büyük büyük stratejiler, uluslararası derin mevzular, diasporaların kapı arkası planları, toprak kaybetmekten tutun, işgale varan senaryoların en uç noktaları…

Kan donduran iddialar, karşılıklı suçlamalar, aşağılamalar, efelenmeler, birbirini küçümsemeler, bir diğerini zan altında bırakmalar almış başını gidiyor…

Ahalimizin derin strateji bilgileri tavan yapmış. Kendi stratejisini ve uluslararası oyunları göremeyenler de görenlerin(!) stratejik uyarılarını paylaşıp dillendirmekle meşguller.

Mesela kanımı donduran ve sık sık dillendirilen Madımak hatırlatması var. Aba altında sopa göstermenin en çirkin örneği. Biliyorsunuz, Pir Sultan Abdal etkinlikleri için gelenlerin kaldığı otel ateşe verilmişti ve bu rezillikte 37 vatandaşımız hayatını kaybetmişti.

Birileri resmen olası mezarlık ya da anıt ziyaretine geleceklere şimdiden Madımak’ı örnek gösteriyorlar. Tek açıkça söyleyemedikleri, “Bak onların başına neler geldi!” cümlesi…

Şimdiden islami grup, dernek, vakıf gibi oluşumları sokağa çağıranlar var iyi mi? 

“Neredesiniz çıkın tepkinizi gösterin” diye yol açma çabası peşindeler.

Milliyetçi gruplara çağrı yapanlar var. “Vatan elden gidiyor” demedikleri kaldı. Onları sokaklara çağıranlar, tepki koymaya davet edenler var.

Her gün bir adım daha öne çıkabilmek için gaz pedalını kökleyenler, sosyal medyada tıklandıkça vites yükseltiyorlar. Ajan-provokatörlerin kucağına hazır, olgunlaştırılmış, karşılık bulacak siyasi ve dini kesimler kıvamına getirilmiş bir el bombasını bırakmanın gayretindeler.

İçlerinde okumuş yazmış olanlar var, siyaset yapmış yapıyor olanlar var, ekranlara çıkıp konuşuyor olanlar var, kendini otorite sayanlar var, akil yerine koyanlar var, isimlerinin başına koca koca titrler ekleyenler bile var. 

Maşallah, iç güçleri, dış güçleri gözünden tanıyan, zihin okuyan, hatta o zihinlerin en arkasındaki planları da görüp anlayan arkadaşlarımız, komşularımız, yazı yazanlarımız, konuşmaya çalışanlarımız var. 

Onca yazılmış yazı var içinde bilimsellik yok. Akademik görüş yok. Bu işin ehil ve uzmanı olmuşların düşünce, araştırma, belge ya da bilgi kırıntıları hiç yok. Varsa yoksa yel değirmeni ile savaş senaryoları… 

Okuduklarımın özeti şu; Sivas’ta bir azizin mezarı ya da anıtı açılacak, ertesi gün Ermeni diasporası Sivas’ı sınırları içine alacak ve şehrimizin tapusunu eline geçirecek. (Tapu mevzuunu bir yazıdan çıkardım. Meğer bir şehirde bir azizin mezarı olursa o tapu yerine geçiyormuş. Kaç yaşıma daha girdim sayamadım) Sonra bizim ahaliyi buradan sürecekler ve kendi milletlerini yerleştirecekler. Efendime söyleyeyim, buraya turist kisvesi altında gelenler, yerleşip kalmanın yollarını arayacaklar. Bu böyle sürüp gittikçe azınlığa düşeceğiz. (Bu da başka bir senaryodan çıkardıklarım. Çok derin bir strateji içeriyordu bu kadarını yeterli görüyorum.) Mesela Sümela Manastırı’nda bir kez ibadet için izin çıkmış, daha da alamıyormuşuz manastırı. Şimdi Sivas’ta da mezar yeri açılırsa, üstten Pontus Rum, ortadan Ermeni diasporası, alttan İsrail, bizi kuşatıp binlerce yıllık Türk yurdunu elimizden alacakmış. (Bu senaryoyu yazanın titrini yazarsam meslektaşlarına hakaret olur.) 

Nene hatun örneği vereni okudum iyi mi? Bu örneğe yorum yapmaya cümlelerim kifayet etmez, onun için geçiyorum.

Sözde akıl verenler, güya yol gösterenler, amacını, hedefini, boyutunu, kapsamını, içeriğini ve sınırlarını çizemeden bir taraftan İslamcısını, diğer taraftan milliyetçisini sokağa davet edenler, ortada fol yokken yumurtayı çatlatmadan arka cebinde taşımaya çalışanlar asıl amaçlarını da net ortaya koymalılar.

Birçok yazılan için kimse sonradan “Ben uyarımı yaptım”, “Ben endişemi dile getirdim”, “Ben düşüncemi açıkladım”, “Ben duyduklarımı yazdım”, “Ben yazmadım, yazılanı paylaştım” bahanelerine sığınmasın.

Herkes bu şehirde yaşıyor, herkes kendi düşüncesine ve engin tecrübesine göre bu şehrin menfaatine olacak konularda fikir belirtip çalışmalar yapıyor. Herkes bir diğerinden daha hassas, daha çok şehri düşünür, daha çok bilinç ve beceriye sahip, daha çok sağduyulu ve itidalli değil.

Kimse bir diğerine fikirleri ve düşünceleri için parmak sallama, tehdit etme, hakaret etme, insanları “güruh” yerine koyma, daha az milliyetçi, daha az dindar görme hakkına da sahip değil.

Ve hatta kimse bir diğerinden daha fazla Sivaslı değil!..

Herkes bir diğerini önyargılarıyla yargılamaya başlarsa, orası filmin koptuğu, artık sürekliliğin kalmadığı, araya farklı filmlerden farklı sahnelerin eklendiği bir mecraya dönüşür. Asıl Madımak filmi yeniden o zaman başlar.


İki örnekle konuyu kendi adıma kapatayım.

6-7 Eylül olaylarını duymayanınız yoktur. Alakasız görünebilir. Ancak olayın yaşanış şekli ibretliktir. 

Olaylar 1955 yılında yaşanmıştır. Bazı kendini bilmez insanlar, Selanik’te Atatürk’ün evinin kundaklandığını, ateşe verildiğini kulaktan kulağa yaymaya başlar. E tabi, o gün de kulaktan dolma bilgilerle hazır kıta bekleyen bazı gazeteciler! bunu gerçekmiş gibi sütunlarına taşır. “iddia edildi” ibaresi o günlerde de vardır muhterem medyamızda. Bugün de dikkat edin bazı yalan yanlış haberler, “iddia edildi” cümlesi ile biter. Ne belge vardır ne araştırma ne iddia eden bir isim ne de iddiayı destekleyen başka isimler… 

Galeyana gelmenin sağcısı-solcusu, muhafazakarı-seküleri yoktur. Ellerine kırmızı renge boyanmış sopaları, baltaları, satırları ve bilumum zarar verici demir parçalarını ve hatta silahlarını alan kalabalıklar, azınlıklara ait araçları, evleri, işyerlerini yerle bir edip kiliseleri yağmalar. 

Ölenlerin yanında maddi kayıplarını dillendirmenin bir anlamı yoktur. 

Şimdi dikkatinizi buraya verin.

Benzer bir olay tam 22 yıl önce de yaşanmıştır. 20 Nisan 1933’te Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde Türk mezarlıklarının tahrip edildiği haberleri ile İstanbul çalkalanır. 

İlk örgütlenen İstanbul Üniversitesi öğrencileri olur. Onlar hocalarının çağrısı, halk da öğrencilerin çağrısı ile akın akın Bulgar mezarlıklarına gider. Ellerinde kanlı sopalar değil, kırmızı karanfil ve güller vardır. Öğrenciler ve halkımız mezarları çiçek bahçesine çevirir. 

Verilen bu karşılık değil Bulgarları, onlar gibi düşünen ve düşmanlık besleyen tüm dünyayı utandırmıştır. 

Şimdi sokağa çıkın, eyy İslamcılar nerdesiniz, milliyetçiler neredesiniz diye kâh sosyal medya ekranlarından, kâh sosyal medya yazılarından çağrı yapanlar…

Sokağa çıkardıklarınızın eline ne vereceğinizi de açıklar mısınız?..

Kimin kanlı sopalar, baltalar, demir çubuklar ya da silahlarla; kimin karanfil ve güllerle sokaklara çıkacağı konusunda fikriniz var mı?

Yok mu?

Susun o zaman!..

Vlas meselesini kendi klas meseleniz yapmayın. 

İhtiyacımız olan kendi yazdığınız ya da arakladığınız komplo teorileri değil, bilimsel kalemlerden, bilimsel açıklamalardır…

Dil’in adamlarına değil bilim adamlarına ihtiyacımız var vesselam.

Sağlıcakla ve sağduyu ile kalın.

(2 Eylül 2024/ Kızılırmak Gazetesi)

Sıfıra sıfır…

Toplumsal bir olayın üzerinden 17 yıl geçtikten sonra bir takım abuk sabuk yorumlar yapmak kolay…

Bu; yarı ağıtla, yarı hedefsiz suçlamalarla dolu zırvalıktan öteye gitmez.

O günleri yaşayacaksın, ortamı bileceksin, dengeleri tartacaksın, hesap soracağın kişileri iyi tespit edip doğru soruları soracaksın.

Bol hamasetli, bilinen üç beş cümleyi satırlara dökersen, ortaya ne sonuç çıkarırsın ne de amaç!

Sivas yine 2 Temmuz sendromuna girdi ya; o tarihte akıl baliğ olmayanlar bile bugün ahkâm peşinde.

17 sene her yıl bu olaylarla ilgili yazı yazdım; olayların haftasında enine boyuna yazı dizisi yaptım.

“Olaylar bir tahrikti, yabancılar Sivaslıları kışkırttı” diye hedefsiz cümleler kurmadım.

Aksine, “Tahrik edenler ve bu ağır tahriklere çanak tutanlar o günkü mülki amirlerdi” dedim ve demeye de devam ediyorum.

Radikal sağın ve Radikal İslam’ın en üst perdede yaşandığı o günlerde; bırakın sözü, söylemi, havaya üfürdüğünüz nefesin bile karşılık bulduğu bir ortamda Vali ve Kültür Müdürü’nün amacı neydi hiç sordunuz mu?

Cadde ve sokaklarında nerden, ne zaman geldiği bilinmeyen cübbeli sarıklı gençlerin dolaştığı koca şehirde hiç mi istihbarat alınmadı? O günün istihbaratları ne diyordu hiç merak ettiniz mi?

En alakasız kişinin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a açık Cumhuriyet Meydanı’nda halka hitap ettirilmesi için organize yapıldığından ve son anda programdan çıkarıldığından haberiniz var mı?

Asıl plan neydi hiç kafa yordunuz mu? Konuşsaydı sonuçları ne olacaktı bir tahmininiz var mı?

Bir yandan hem şehirde hem kırsalda terör, diğer yandan memur eylemleri, siyasi parti geceleri, karışık bir siyasi ortam, güvenoyu almamış bir hükümet; yetmedi güvenlik en alt düzeye inmiş bir kent!

Böyle bir ortam, planlı mıydı, değil miydi aklına takılıyor mu? Can güvenliğini sağlayamadığı yığınla insanı en üst merci olarak davet edip göz göre göre çaresiz bırakanlardan hesap sordunuz mu?

“Hiçbir Valiyi kutlamadım ama bu Valiyi kutluyorum” övgüsünü almak için miydi tüm bunlar?

Bir tarafın hamasetiyle, oturup dövünmesiyle, öbür tarafın “Gelmesinler, karıştırmasınlar” demesiyle katedilecek bir yol değil bu. Öyle olsaydı 17 yıldır ortada bir tek sonuç, bir tek “işte bu” diyeceğimiz bir kanıt olurdu elimizde.

Sayfa sayfa yazılar yazıp bilindik şeyleri süslü cümlelerle her yıl pazarlayabilirsiniz.

Ancak, 17 yıl değil 117 yıl sonra da okuyacağımız yine bu ve benzeri yazılar olur.

Sıfıra sıfır, elde var sıfır…

(1 Temmuz 2010/Hakikat Gazetesi)

SENARYO

İşte işin özeti bu, usta!… 

“Sivas ve Başbağlar aynı senaryonun iki farklı sahnesi” 

27 yıl önce Sivas’ta yaşananlarla, Maraş’ta yaşananlar bizatihi aynı olaylar… 

Burada “Müslüman” görünüp halkı kışkırtanlar ile Maraş’ta terörist kılığa girip 33 kişiyi katledenler belki de aynı kişiler. 

Adına dış güçler de deseniz, gizli güçler de deseniz, terörün uzmanlık alanı bu. 

Bir bakarsınız karşınıza cüppeli sarıklı bir muhterem olarak çıkmış… 

Bir de bakmışsınız en üst perdeden ateist… 

Her bölgeye, her İl’e, hatta her mahalleye göre gireceği bir kalıbı vardır. 

Bir bakmışsınız Alevilere önderlik ediyor, bir bakmışsınız Sünnilere akıl dağıtıyor. 

Şehirde tam bir beyefendi, dağda eli silahlı azılı terörist… 

Eğitimi her kalıba girip, aynı hızla çıkabilmek üzerinedir. Güneydoğu’da Kürtçe konuşur, özerklik için çarpışır… 

İç Anadolu’ya gelir, Kürt düşmanlığını körükleyen koyu Türk Milliyetçisi olur. 

Biz, sokakta, caddede, kahvede, markette görürüz onu. Bizim gibidir; ortamını bulduğu her yerde ince ince fikir enjekte eder. Hissettirmez. 

Gün gelir hedefi, Asker-Polis olur, gün gelir hükümetler… 

Ortamını bulduğu anda bir Sivas olaylarına imza atar, karşılığını bulamazsa silah kuşanıp “Sivas’ın karşılığı” der Maraş’ta köy basar… 

İşin özü ve özeti bu, Usta!.. 

Biz Sivas ve Maraş’taki olayların enkazını kaldırırken o, farklı bir bölgede farklı bir karışıklığın alt yapısını oluşturmakla meşguldür. 

Başka bir kimlikle, başka bir görünümle… 

Bizim ülkemizde de değil üstelik. Karışmasını istediği dünyanın her bölgesinde böyledir. 

İstikrar istemez, dinginlikten hoşlanmaz… İstediği her yeri, her an fitilini ateşleyeceği dinamite çevirene kadar sabırla çalışır durur. 

Biz göremesek te, farkına varamasak ta, o organizedir. Senaryoyu kulağına fısıldarlar, o oyunculuğunun tüm gereklerini ortaya serer. 

Sağduyunun ortak sesi haklı… 

“Sivas ve Başbağlar aynı senaryonun iki farklı sahnesi” 

Özü, özeti bu…