RÜTBESİ TÜRK

Feyzullah BUDAK
Kişisel Gelişim Uzmanı
YAZAR

Geçen ay son kitabım MUCİZE DOĞUMLAR ile ilgili televizyon programlarına katılmak ve ayak üstü pratik bir imza günü gerçekleştirmek üzere yaptığım birkaç günlük Sivas seyahatimin sürpriz hediyesi, “RÜTBESİ: TÜRK” ile tanışmak oldu. “RÜTBESİ: TÜRK”, çok değerli gazeteci kardeşim Aydın Deliktaş’ın Abide Yayıncılık’tan çıkan ilk kitabının adı. Sivas Paşa Cami Pasajının altındaki Vizyon 58 TV’de  çekilecek programa girmeden önce aynı pasajdaki Vilayet Kitabevi’nde dostlarımla sohbet ederken, o an orada olacağımı sosyal medyadan öğrenen Aydın Deliktaş kardeşim Antalya’dan aradı ve “RÜTBESİ: TÜRK” adlı ilk kitabının kendi ricasıyla kitabevi tarafından bana hediye edileceğini bildirdi. Nitekim kitapla biraz sonra tanıştık.

Kitabı Ankara’ya döner dönmez okumama rağmen bitirmem gereken bazı acil işler sebebiyle onun hakkında yazma işini biraz geciktirdim. Ama hakkında yazamadığım bu süre zarfında kitabın üzerimdeki tesiri hiç eksilmedi. Sonunda kitabın bende yarattığı o hiç eksilmeyen tesir, onun hakkında yazamamaktan doğan ciddi bir rahatsızlığa dönüştü ve bugün elimdeki işlere bir ara vererek daha fazla gecikmeden “RÜTBESİ:TÜRK”ü yazmaya karar verdim.

Kitap tanıtımlarında o kitabın konusunu özetleyerek okuyucunun merakını gidermeyi doğru bulmuyorum ama bu kitabın hem kendi içinde veya önsözünde anlatılmayan, hem de bildiğim kadarıyla başka bir yerde yayınlanmayan  ilginç doğuş hikayesini anlatmalıyım.

Sivas’ta yaşayan gazeteci Aydın Deliktaş kardeşim Cuma namazlarını genellikle Yukarı Tekke’deki Abdulvahabı Gazi Camisinde kılıyor. Bir gün Cuma Namazı çıkışında içinden gelip onu yönlendiren bir ses ile her zamanki yolundan dönmek yerine ters taraftan geniş bir çember çizerek mezarlar arasından yürümeyi tercih ediyor. Aslında her mezar taşı insanoğluna bir çok şey söyler ama gördüğü bir mezar taşı Aydın Kardeşimin çok dikkatini çekiyor. Normal bir insan boyu yüksekliğindeki o taşta yazılanlar şöyledir;

“GAZİ ÖN YZB. SEYİT MEHMET ÖKTEM. (D.1299  –  Ö.1942) 27.8.323 Harbiyeden mezun olmuş; 19.04.330 Çatalca Savaşlarında yaralanmış, Cephenin müdafaasındaki cesaretinden dolayı yüzbaşılığa terfi etmiş, Erzurum Cephesinde ayak parmakları donmuş, Erzurum Hastanesi’nde kesilip 19.5.341 tarihinde emekliye sevk edilmiş, 8.6.937 tarihinde ayak parmakları bitti diye maluliyeti kaldırılmış, 12.2.1942 tarihinde mali sıkıntı içinde ölmüştür.”

Hem boyutları ve hem de içeriği itibariyle bir tarihi yazıt gibi duran bu dev mezar taşında yukarıdaki yazıların altında kalan boş kısma da o mezarda yatan muhteremin Harbiye Subay Kılıcı görkemli bir şekilde nakşedilmiş.

O güne kadar özellikle yerel gazetelerdeki etkili köşe yazılarıyla tanınan ama bu mezar taşını gördükten sonra çok önemli bir romanın yazarı olacak Aydın kardeşim önce bu taştaki “ayak parmakları bitti” sözünü “ayak parmakları tükendi” şeklinde anlıyor ve bu ifadeye bir anlam veremiyor. Ama gazeteci merakıyla bu anlamsızlığın peşine düşüp, o mezarın kime ait olduğunu araştırarak sonunda o mezarda yatan rahmetlinin torununu buluyor. Aslında bu mezar taşını yazdıran oğul, Aydın Beyin bulduğu  torunun babasıdır. Öncelikle “ayak parmakları bitti” ifadesiyle ilgili merakını gideriyor. Meğer bu ifade, tıpkı toprağa atılan bir tohumun zamanı gelince bitmesi (uzayıp toprak üstüne çıkması) gibi o mezarda yatan rahmetlinin kesik ayak parmaklarının “yeniden uzaması” anlamında kullanılmış.

Gazeteci Aydın Deliktaş’ın merakı peşine düşerek ulaştığı hikaye müthiştir ve torunun elinde bu hikayeye dair bazı evraklar ve resimler vardır. Yazarın derin alakasından etkilenen torun, “demek ki babamın dediği o gün, bu günmüş” diyerek elindeki belgeleri ve resimleri Aydın Beye verir ve babasından dinlediği hikayenin tamamını yazara anlatır. Yazar yine gazeteci merakıyla toruna “o gün, bu günmüş” ifadesinin hikayesini de sorar ve öğrenir. Konuşulan torunun babası (yani o mezarda yatan rahmetlinin oğlu) bu müthiş hikaye ile birlikte buna dair belgeleri ve resimleri ölümünden önce oğluna emanet ederken, “Oğlum rahmetli dedene ait bu hikayeyi unutma, bu hikayeye dair belgeleri ve resimleri iyi sakla, bir gün biri gelir bunları bulur ve bunun kitabını yazar” demiştir…

Aydın Deliktaş kardeşim uzun yıllardan beri beklenen kişinin kendisi olduğunu anlar ve sorumluluk üstlenerek tüm belgeleri ve resimleri torundan teslim alır. Hikayeyi mümkün olduğunca daha fazla belgeye dayandırmak için ilgili askerlik şubelerine, ilgili nüfus müdürlüklerine ve Genel Kurmay Başkanlığının ilgili bölümlerine baş vurup ulaşabildiği ek belgeleri alır ve romanını yazmaya koyulur.

En başta da dediğim gibi romanın konusunu yazarak, kitaba da yazara da haksızlık etmek istemiyorum. Özetin özeti zaten mezar taşında yazıyor. Ama en azından şu kadarını söylemeyim; Aydın Deliktaş kardeşim ilk roman denemesinde olağanüstü bir başarı yakalamış. Gazete yazılarındaki “cesur kalemlik” görüntüsünü ilk romanında da boşa çıkarmamış. Çok hassas bir konuyu çok büyük bir cesaretle nakış işler gibi işlemiş. Hikayenin eksenine oturan başat olayda Aydın Deliktaş’ın hayat felsefesi ve dünya görüşü bakımından ciddi bir sorun var. Çünkü Türk Milliyetçileri devletin eleştirilmesine, hele bir de konu Atatürk dönemine ait ise asla sıcak bakmazlar. Ama Aydın Kardeşim bu konuda duygularına gem vurmayı başarıp, konuyu tüm çıplaklığıyla kaleme almış. Zaten roman boyunca yazarın varlığını hiç hissetmiyor, kendinizi gerçek bir olayın ve o olayın gerçek kahramanlarının arasında buluyorsunuz. Hele bir de benim gibi Sivas’lı iseniz ve bu nedenle olayların geçtiği yerleri iyi biliyorsanız zaten olayların içine dalıp gidiyorsunuz. Ama yazar bir yandan anlatım içerisinde kendini nötralize edip, tarafsız yaklaşımını pekiştirirken, bir yandan da bu ortamdan yararlanarak mahalle ve okul arkadaşı İsmet İnönü’den vefasızlık gören roman kahramanı Gazi Seyit Mehmet’i İsmet Paşa’ya karşı Kurtuluş Savaşındaki hizmetlerinden dolayı çok saygılı bir konuma yerleştirerek, bu konuda okuyucunun duygularını tahrik etmekten özenle kaçınıyor. Mustafa Kemal Atatürk’e gelince; o zaten Gazi Seyit Mehmet için bir idol, uğruna can feda edilebilecek, varlığımızı borçlu olduğumuz bir kutlu değerdir. Yani yazar, roman kahramanının Atatürk ile ilgili duygularını bu şekilde örgüleyip öne çıkartarak, esas olayda devletin sergilediği büyük hata ile okuyucuda açılacak yaralara sezdirmeden çok etkili bir merhem sürüyor. Olayın bu yönü bir okuyucu olarak benim de çok ilgimi çekti ve Aydın Kardeşimi arayarak özellikle “CHP teşkilatlarından veya CHP’li tanıdıklarından bu konuda bir tepki almadın mı” diye sordum. Aldığım cevap “Hayır, CHP’li hemşerilerimiz bu konuda çok gerçekçiler, Cumhuriyetin ilk yıllarında bu türden hataların yapıldığını biliyor ve kabul ediyorlar. O nedenle önemli bir tepki almadım” şeklindeydi. Doğrusu bu cevaptaki hasbiliği ben de CHP’li hemşerilerime yaraşır buldum ve bundan çok memnun oldum.

Zaten romanın içeriği sadece ana eksende anlatılan Gazi Seyit Mehmet’in hikayesinden ibaret değil. Onun yanı sıra bazen onunla paralel, bazen ise iç içe sarmal bir şekilde 1. Dünya Savaşı, Sarıkamış Faciası, Ermeni Tehciri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılları ile Türkiye’de yeni bir hayatın ilmek ilmek örülmesi büyük bir incelikle anlatılmış.

Aydın Deliktaş bu romanında pek fazla örneğine tanık olmadığımız bir cesaret sergileyerek kitabın son paragraflarını aynı zamanda giriş paragrafları olarak kullanmış ama bunu öyle ustalıkla yapmış ki kitabın sonuna gelmeden bunu anlamıyorsunuz ve okumanız süresince zaten alıp durduğunuz darbelerin en sonuncu ve en kuvvetlisini bunu anlayınca alıyorsunuz.

Kitabın adı başlı başına bir efsane: “RÜTBESİ TÜRK”. Düşünün! Mahalle ve çocukluk arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı Kahramanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede onlarla aynı ortamdan çıkıp, aynı okullarda okuyan ve aynı savaşlara katılan roman kahramanı Yüzbaşı rütbesinden yukarı çıkamadığı gibi en sonunda da çok büyük bir mağduriyete uğruyor. Ama tüm bunlara rağmen alnı ak, başı dik ve onurlu bir duruş sergiliyor. Başta Atatürk olmak üzere Kurtuluş Savaşı’mızın kahramanlarına büyük bir saygı sergiliyor. Çünkü onun “RÜTBESİ: TÜRK”dür ve bu rütbe tüm rütbelerden üstündür. Çünkü o, tüm bu asaletini Türk’lüğünden alıyor. Bu haliyle romanın adı insana hemen Büyük Atatürk’ün, “Benim bu hayattaki yegane fahrim (onurum, şerefim) TÜRK olarak dünyaya gelmemdir” sözünü hatırlatıyor.

“RÜTBESİ: TÜRK”ün bana özel iki de hoş sürprizi oldu. Birincisi kitabın kapağının benim “BİZ TÜRKÜZ” adlı kitabımla benzerliği. Şimdi bu benzerliği görmeniz için konumuz dışındaki başka bir kitabın resmini buraya koymayı uygun bulmadım ama siz isterseniz bunu internetten görebilirsiniz. Aslında konusu benzer olan kitapların kapaklarının da benzer olmasında fazla şaşılacak bir durum yoktur ama yine de bu durum benim için hoş bir sürpriz oldu, kıvandım.

İkinci sürpriz ile de kitabın son bölümünde karşılaştım. Son bölümde romanın kahramanı Gazi Seyit Mehmet’in ailesi ve evlatlarıyla ilgili bilgiler ve bazı resimler var. Onları görünce anlıyorum ki; Roman kahramanının oğullarından biri (Halit ÖKTEM) Selçuk ortaokulunda (1962-1965) benim Coğrafya öğretmenimdi. Ondan önceki ilk okul yıllarında da (1957-1958) gelini Fethiye ÖKTEM Kızılırmak İlkokulu’nda sınıf öğretmenimdi. Bunlar beni kitapla daha da fazla bütünleştirdi.

Biliyorum bir roman tanıtımı için çok uzun bir yazı oldu ama bıraksanız bir bu kadar daha yazabilirim. Çünkü o duygularım var, çünkü bu kitap insanı o duygularla dolduruyor. En iyisi kendi okumanızdır. Okuyun. Böylesi güzel şeylerden haberdar olun. Ruhunuzu böylesi güzelliklerle arındırın.

Farklı bir kitap

Zeynep Şirin Özoğlu
(Okuyucu)

Romanı elime aldığımda önceki dönemde yaşamış birinin 200 sayfadan fazla nasıl bir biyografisi olur diye merak ediyordum. Roman askeri bir kişilik üzerinden tarihi olaylarla kurgulanmış.

Romanı okuduğumda ilk göze çarpan şey sizi içine çekiyor olması ve o tarihi anları yaşamışsınız ya da o anda yaşıyormuşsunuz hissine kapılmanız. Bir kere şunu söylemeliyim ki, kitapta birden fazla tarihi olay var. Neredeyse tarih kitabına yakın ama hepsi hikayeleştirilerek anlatıldığı için roman şekline dönüşmüş ve bunda da gayet başarılı olmuş yazar.

Roman denemeleri olan biri olarak anlatım diline ve sadeliğine bayıldım. Hiç tekrara düşülmediği için de her sayfasını aynı tatta okuyorsunuz. Dediğim gibi çok tarihi olay var. Mesela ben Bab-ı Ali baskınını bu kadar net gereksiz detay ve siyasi bakış açısına yer vermeden ilk kez bu kitapta okudum. Bilmediğim ve bilmediğime şaşırdığım bazı isimlerin o gün nasıl bir psikoloji içinde olduğunu buradaki kısa anlatımla hissedebildim. Çatalca baskını ve sonuçları net ifade edilmiş. Sarıkamış ile ilgili bölüm çok çarpıcı ve hüzün dolu. Örneğin Sivas kongresi günlerini sanki oradaymışsınız ve siz takip ediyormuşsunuz gibi heyecanlanıyorsunuz. Ayrıntılar ve detaylar tarih kitaplarında bulamayacağınız türden.

Kitabın kısa bir özetini çıkarmak, içinde birden fazla tarihi olayı içinde barındırdığı için imkansız. Tarih yazanlar genellikle kendi ideolojileri çerçevesinde konuyu ele alırlar ve sizi kitabın sonunda kendi görmek istedikleri yere getirirler. Ben çoğu ünlü yazarın tarihle ilgili kitaplarını okuduğumda çok sık Google’a başvurmak zorunda kaldığımı biliyorum ve anlatılanların aslında çok farklı şekilde geliştiğini okuyorum.

Rütbesi Türk bu anlamda sizi yazarın istediği ideolojiye götürmüyor. Kitapta en dikkat çekici yerlerden biri Cumhuriyet devrimleri ile ilgili bölümler. Roman kahramanı Gazi Seyit Mehmet’in üzerinden devrimlerin neredeyse tamamının halka olan yansıması çok taraflı olarak yansıtılmış. Karşıt görüşlerin ikisine de yer yer diyaloglarla verilmiş ve çıkarım ustalıkla okuyucuya bırakılmış.

Gazi Seyit Mehmet’in sivil yaşantısı tam bir Anadolu insanların günlük yaşantılarından sosyal, kültürel, kimi zaman etnik ve sosyolojik pasajlar barındırıyor. Dedelerimizden ninelerimizden dinlediğimiz dönemleri kitabın içinde siz yaşıyorsunuz. Kendinizi Gazi Seyit Mehmet’in komşusu yahut hane halkından biri gibi hissediyorsunuz. Bugün marketlerden aldığımız un, bulgur vs gibi gıdaların o tarihlerde nasıl karşılandığından tutun, komşuluk ilişkileri, toplumsal davranışlar ve yine toplumun sosyolojik bakış açısı kitapta terzi ustalığı ile roman kahramanının ve etrafındakilerin üzerine giydirilmiş. Batı toplumları ile Anadolu toplumu arasındaki nüanslar farkında olup yazıya dökülmemiş hikayelerle gözler önüne serilmiş.

Kitap düşünsel bağ olarak başlangıcından bitişine kadar bir bütünlük arz ediyor. Özellikle birinci dünya savaşından sonraki tarihi gelişimin kitaba yedirilmiş olması size dönüp araştırmanız gereken soru işaretleri bırakmamış.

Kitap içinde coşku, sevinç, üzüntü ve hüznü birlikte barındırıyor. Etkileyici yerlerin çok fazla olması, içinde çok fazla hikayeyi barınması sıkılmanızın ve kitabı elinizden bırakmanızın önüne geçiyor. İlerleyen her bölümde yeni bir sürprizle okuyucu adeta kitaba bağlanıyor. Sonunu merak ettiğiniz ve elinizden bırakmadığınız çok fazla hikayeyi barındırıyor. (Yazarlık dersleri aldığım dönemde bize konudan sapmamak için her gelişmenin oluşturduğumuz hikaye etrafında ilerlemesi gerektiği öğretilmişti. Bu kitap o söylenenlerin tam zıttı olarak kitaplığımda yerini aldı. Bir romanın içinde de sürükleyici bağımsız gibi görünse de kitabın ana fikrine ve felsefesine uygun bu kadar çok hikayeyi barındırması da mümkünmüş.)

Son söz şunu söyleyebilirim; kitap sizi diyaloglarla boğmadığı gibi yazarın anlatımı ile de sıkmıyor. Kitabın değişik bir formatı var ve okuduğunuz anda yaşanıyormuş gibi bir durumla karşılaşıyorsunuz. Güzel olanı da kitaptaki hikayeleri okuyucu istediği gibi o an gözünde canlandırabiliyor. Kitabın içinde oynayan bir filmi seyreder gibisiniz. Bitirdiğinizde başa dönme hissi uyandırması da bundan olsa gerektir.

Değişmeyen kafa!

Macit Gürbüz
Gazeteci&Yazar

RÜTBESİ TÜRK!
Ne güzel bir rütbe, ne muhteşem bir ifade.

Sivaslı Gazi Kıdemli Yüzbaşı Seyit Mehmet Öktem’in hayranı olduğu Gazi Mustafa Kemal Paşa da, “En büyük fahrim (onurum) Türk olmaklığımdır” dememiş miydi?

Gazeteci dostum Sayın Aydın Deliktaş’ın kaleme aldığı Rütbesi Türk adlı tarihi romanı okuyalı uzun zaman oldu.

Hep bir şeyler yazarak kalemine naçizane kuvvet olmak istemiştim.

Bugüne kısmetmiş.

Kuyumcu titizliği ile hazırlanmış; belge, fotoğraf ve arşiv kayıtları ile berkitilmiş ve yakın tarihimiz didik didik edilerek kaleme alınmış, hüzün veren bu romanı ardı ardına boğazıma dizilen düğümlerle okudum.

Sevgili Aydın ile canlı yayın yaparken, “Bu ülkede ne yazık ki bazı şeyler hiç değişmiyor” demiştim, bu ülke için terörle mücadele ederken uzuvlarını kaybeden, ardından takılan protezlerin parasını isteyen devlete çöreklenmiş kansızları haber yaptığım o anları hatırladım.

Değişmeyen aslında bu kafa.

Seyit Mehmet Öktem’in 60 lira olan maaşını 6 liraya indiren işte bu kafa.
Onu açlığa ve sefalete mahkum eden işte bu işgüzar kişiliksizler.

Lütfen bu kitabı öncelikli okunacaklar listesine alın ve sindire sindire okuyun.
Israrla öneriyorum.

Kimse unutmasın ki, bütün rütbe ve kazanımlarımızı elimizden alsalar da, bize Türk rütbesi yeter.

O rütbemizi de kimse alamaz bizden, çünkü o rütbe yüreğimizde.
Atatürk’ümüz gibi en büyük fahrimiz de budur.

Eline sağlık sevgili Aydın, lütfen yazmaya devam et, bu ülkede o kadar çok Gazi Kıdemli Yüzbaşı Seyit Mehmet Öktem var ki, soyadı gibi onuruyla mücadele etmiş, rütbeleri alınsa da Türk kalmış ve Türk ölmüş.

Mezar taşındaki yazıdan dahi rahatsız olanlara inat yaz lütfen.
Bu ülkede kirli siyaset elbet birgün son bulacak.

Biz görmeyiz belki ama çoluk çocuğumuz, olmadı torunlarımız görecek eminim.

Teşekkürler, kalemine sağlık…

Gazeteci Aydın Deliktaş’ın ‘Rütbesi Türk’ kitabı yayımlandı

SİVAS, (DHA)- OSMANLI’nın son dönemi ile Türkiye’nin ilk kuruluş yıllarında yaşayan Sivaslı bir gazinin hayat hikayesinin konu alındığı ‘Rütbesi Türk’ isimli kitap yayımlandı. Gazeteci Aydın Deliktaş’ın kaleme aldığı kitapta, iki kez gazi olan Yüzbaşı Seyit Ahmet Öktem’in, emeklilik döneminde yaşadığı haksızlıklar anlatılıyor.

Gazeteci Aydın Deliktaş’ın ilk kitabı olan ‘Rütbesi Türk’, bir gazinin hayatını belgelere dayalı olarak anlatıyor. Abide yayınlarından çıkan kitap ayrıca 1893 ile 1942 yılları arasında Sivas’taki günlük hayattan da paragraflar barındırıyor. Toplam 208 sayfadan oluşan kitapla ilgili bilgiler veren Gazeteci Aydın Deliktaş, çoğunluğu Sivas’ta geçmiş olan bir yaşam öyküsünü, objektif bir şekilde ve hikayeleştirerek kaleme aldığını söyledi. Askeri alanda önemli başarılara imza atan ve iki kez farklı savaşlarda gazi olan Yüzbaşı Seyit Mehmet Öktem’in yaşantısının emeklilik döneminde uğradığı haksızlıkları aile bireylerinin anlatımı ile kaleme aldığını belirten Deliktaş, “Kahramanımız Çatalca Savaşı’nda önemli bir inisiyatif almış, burada gazi olduktan sonra yüzbaşılığa kadar yükselmiş önemli bir asker. Sarıkamış harekâtında ise ayaklarının donması sonucu sol ayak parmakları kesilmesine rağmen, aynı rütbe ile görevini sürdürmüş bir kahraman. Ancak onun emekliliğinden vefatına kadar yaşadıkları son derece hazin. Cumhuriyete son derece bağlı bu gazimiz, uğradığı büyük haksızlıklarla tek başına mücadele etmesine rağmen, hukuken kazanamamış bir gazi. Aslında kitabın konularından tek bir tanesi bile başlı başına kitap yazılacak kadar değerli. Önsözde de belirttiğim gibi bu kitap, Türk olmayı coşkulu biçimde omuzlarında taşıyan her memleket evladının anısında Seyit Mehmet’e bir saygı duruşu” dedi.

Kitap çalışmalarına 2016 yılında başladığını ve 2017 yılında torunu Seyit Ayhan Öktem’in de aracılığı ile belge toplamaya başladığını belirten Gazeteci Deliktaş, “Bu kitapta benim kadar en az torununun da katkısı ve emeği var. Ayrıca hayatta olan kızı Sıddıka Öktem (Demirkol) Hanımefendi’nin hafızasında tazeliğini koruyan tüm anıları, bana ışık oldu ve yol gösterdi. Sayısız yazışmanın ardından bize ulaşan resmî belgelerin büyük çoğunluğu Osmanlıca olduğu için bu konuda da imdadımıza Prof. Dr. Recep Toparlı yetişti ve Türkçe’ye çevirdi. En önemli desteklerden birini de Sayın Ahmet Necip Günaydın’dan gördüm. Onlara ve destek olan herkese teşekkür ediyorum. Kitap gerek anlatımımız, gerekse belgelerimiz ile bir döneme ışık tutacağı gibi Milli Mücadele’nin unutulup gitmiş sayısız kahramanının hayatlarının ne kadar araştırmaya değer olduğunu da gözler önüne serecektir” diye konuştu.

Gazeteci Deliktaş, çok farklı bir konuda yine Sivas’ta yüz yıl önce yaşanmış bir hadiseyi anlatacağı ikinci kitabının hazırlıklarına başladığını da ifade etti.

Yüreğine taş oturacak

Eraydın AYTEKİN
Gazeteci/DHA Sivas büro şefi

Kitabı bir solukta okudum. Etkileyici bir anlatımla kaleme alınmış, çok güzel bir hikaye.

Osmanlı’nın buhranlı günlerinden yeni Türkiye’ye geçiş sürecindeki sıkıntıların da yansıtıldığı, isimsiz bir kahramanın ibret alınacak hayatı. Hiçbir başarının cezasız kalmayacağı deyiminin hazin bir örneği.

Okuduğunuzda yüreğinize bir taş oturduğunu fark edecek ve hikayenin kahramanının yaşadığı o duyguyu bire bir siz de en derinden hissedeceksiniz.

Aydın abimizi tebrik ediyorum, yüreğine ve kalemine sağlık. Mutlaka devamını da bekliyoruz. Emeğine sağlık. Mutlaka okunmalı, okutulmalı….

Dizi ya da film olur

Sabri KARAKAYA
Basın İlan Kurumu Tekirdağ Müdürü

“Rütbesi Türk”… Dün bir kargo geldi… Bir yayınevinden gelen kargo… Hem de adıma imzalı… Kendisiyle kurumumuz yayın organı “Basın Hayatı” dergisi için uzunca bir süre sahipliğini üstlendiği ve halen ortağı bulunduğu “Hadiselerle Hakikat Gazetesi” için röportaj yaptığım, yaklaşık 3 yıl da severek görevde bulunduğum Cumhuriyet Şehri Sivas’ın yetiştirdiği gazetecilerden Aydın Deliktaş’ın yeni çıkan kitabı bu… Çok mutlu oldum, “he mi” de duygulandım…

Akşam yemeğin ardından sevgili ağabeyim ve arkadaşım Aydın Deliktaş’ın “Rütbesi Türk” adlı Sivaslı Gazi Seyit Mehmet Öktem’in hayatını konu alan ve ileride dizi veya film olabileceğini düşündüğüm bu romana kendimi öyle bir kaptırmışım ki, saatin 24.00 olduğunun bile farkına ancak eşimin “Yatıyoruz” seslenişi ile vardım.

Yaklaşık 4 saatte 185’inci sayfaya gelmişim… 208 sayfalık bu romanı gece bitirmeliydim. Ama olmadı… Bu sabaha kaldı. İyi ki, bu sabaha kalmış, yoksa Sivaslı Gazi Seyit Mehmet Öktem’in vefatıyla noktalanan son bölümünden de etkilenerek sabahı edemezmişim…

Ellerine ve yüreğine sağlık Aydın Deliktaş… Tüylerinizi diken diken edecek ve benim gibi bir solukta okuyacağınızı umduğum bu romanın daha birçok kez basılacağına ve binlerce okuyucuya ulaşacağına da inanıyorum.

Son söz, sevgili ağabeyim ve arkadaşım Aydın Deliktaş’ın “Rütbesi Türk” adlı romanından:

“Yüreği ülkesi için atan her vatandaşın hikâyesi değerlidir. Türk olmak ve memleketimizin istikbali için tuğla koymak başkaları tarafından taltif edilmekten önemlidir. Tarih, zamanı geldiğinde ülkemiz için yapılan her faydalı işin hakkını sahibine teslim edecektir”.

Etkilendim…

Hüseyin YILANKIRAN

3 yılda yazılan bu kitabı 3 günde okuyun lütfen değerli arkadaşlarım.

Sivas Vilayet kitabevinden aldığım bu kitabı okudum. Önsözünü de 3 kez okudum. Her vicdanlı vatansever Türk kendini bulur hemen. Böyle muhteşem başlayan bir önsözden sonra aklıma gelen Hıncal Uluç’un “Kendi yıldızını bulmak” adlı kitabı oldu ama şükür öyle de değildi .

Hıncal Uluç o kitapta önsöźüne Avrupalı bilge yazarın muhteşem bir makalesini koyup ardından sıradan yazdığı günlük gazete makalelerini koyarak tam bir aldatmaca yaşatmıştı okuyucusuna.

Rütbesi Türk’de her Türk’ün mütevazı ve mücadeleci ruhu iyi anlatılmış.
Sarıkamış felaketi ve Ermeni Techiri tarihi gerçekleriyle araştırılıp yazılmış.
Kitabın kahramanı Seyit Mehmet’in uğradığı haksızlıklar ve kişisel mağduriyetlerde de sadece bireysel olarak mücadele etmesi, görevdeyken çocukluk arkadaşı İsmet İnönü’den de imtiyaz ve destek istememesi de iradenin azmin simgesi olmuş. Seyit Mehmed’in şahsında Milli mücadelelerin nasıl verileceğini de çok iyi kavramış olduk.

Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olan Cumhuriyet Halk Fırkası teşkilatlarının millete ve emekli subaylara olan baskısını Atatürk’te tahmin edememiş. O gün ya tabii olursun yada helak olursun, ya da Bugünkü gibi de ya biat edersin ya da mahvolursun baskısı tarihin sadece tekerrürüdür.

Verilen gaziliğin siyasi teklifin reddiyle geri alınması Seyit Mehmed’in sonunu hazırlamış. Kitap gerçekte birde biyografi gibi. Kitapta hiç alıntı yok, resim ve belgeler araştırılıp temin edilmiş Süper.

Son sayfalarda acı ve hüzün var. Etkiledim. Kutluyorum bu kitaba verilen emeği. Kutlarım yazarımızı.

Yakın tarihimiz

Tuncay Alkiraz
Sınıf öğretmeni

Okuduğu bir masal, bir öyküdeki karakterin; yahut izlediği bir dizideki karakterin; düştüğü zor duruma üzülür, uğradığı haksızlığa içten içe öfke duyar ya insan… Bu üzüntü ve öfkeye sebep olan durum sanal bir kurgudan ibarettir aslında.

“Rütbesi Türk” romanında: Yakın tarihimizin gerçekleri esarete mahkum edilmek istenen bir milletin, bağımsızlık için verdiği şan şeref dolu mücadelesi, akıcı, etkileyici bir üslup ve sade bir dil ile anlatılmış. Manda ve himayeyi reddeden, şan şeref dolu o mücadelenin kahramanlarından birinin “Gazi Kıdemli Yüzbaşı Seyit Mehmet Öktem” hayatı, vatan için yaptıklarını, feda ettiklerini, azmini, sabrını… Tüm bunların sonunda o kahramana reva görülenleri… Onur dolu bir hayatın, kederli bir hayata dönüşümü, o keder içinde sona ermesi. Kader diyerek geçiştirilemeyecek, en hafif bir “İnsanlık ayıbı”…

Kalemine sağlık Aydın Bey: Yakın tarihimizde yaşamış bir kahramanın gurur dolu olduğu kadar, hazin hayat hikayesinden bizleri haberdar ettiğin için. Kaleminizin mürekkebi hiç kurumasın.

Önemli olan yazmak değil

Ömer ÇAKAL
Gazeteci

Sabah erken kalkanın kitap yazdığı ve bir şekilde bastırdığı günlerdeyiz. Hiç birini hor görmüyorum, emeklerini yok saymıyorum ama kişi başına düşen yazar! sayımızdaki artış beni mutlu da etmiyor. Önemli olan yazmak değil yazdığından okuyucunun da keyif alması…

İşte Aydın Abinin (Deliktaş) “Rütbesi Türk” kitabı okuyanın cidden keyif alacağı nadide bir eser olmuş. Üstelik gerçek bir hikayeden esinlenen bu romanı okuyunca sadece keyif almakla kalmıyor, zaman zaman öfkeleniyor, zaman zaman gururlanıyor ama en çok ta hüzünleniyorsunuz.

Gazi Yüzbaşı Seyit Mehmet’in cephede, cephe gerisinde ve emeklilik günlerinde verdiği mücadeleye ortak oluyor, “bu kadar da olmaz” diyerek okumayı bırakıyor ama merakınıza yenilip çok geçmeden yeniden okumaya başlıyorsunuz.

“Kitabın içine girmek, kitabın kahramanıyla bütünleşmek” diye bir şeyin varlığına “Rütbesi Türk”ü okuyunca siz de inanacaksınız.

Köşe yazılarındaki o tarifsiz üslubu daha da zenginleştirerek ilk kitabına ilmek ilmek işleyen Aydın Abiyi kutluyor, ikinci kitabını şimdiden heyecan ve merakla beklediğimi bilmesini istiyorum.

Hüzünlendim

Gazi Ekşi
Gazeteci

Sevgili dostum Aydın Deliktaş’ın kaleme aldığı “Rütbesi Türk” isimli romanını bir gece soluksuz okudum. Zaman zaman hüzünlendim, yapılan haksızlık karşısında öfkelendim.

Sivas kültürünü bu denli açık bir dille anlatılmış olması vallahi beni o günlere götürdü. Romanda yer alan bilgilerin gerçekliği ve tarihi belgeler ile sunulması okullarda öğrencilere kaynak kitap olacağı kanısındayım. Romanın basılması da emeği geçenlere teşekkür ederim.

Bu arada İsmet İnönü’nün gerçek isminin de Mustafa olduğunu bu roman sayesinde öğrendim. Güzel bir çalışma olmuş Deliktaş devamını bekliyoruz sevgilerimle…

Rütbesi Türk

Ali İZGİ
Gazeteci&Programcı

RÜTBESİ TÜRK

Aydın (abinin) DELİKTAŞ Kitabını aldım. Kitabı elinize aldığınızda kapak tasarımı ve ismi sizi büyük bir heyecana sevk ediyor. Ancak ben bu heyecana kapılıp bir nefeste okumadım, üç günde yavaş yavaş, sindire sindire okudum.

Yazar kitapta Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi, 100 yıl öncesinin Sivas’ını ve bu toprakların yetiştirdiği isimsiz kahramanları öyle güzel anlatmış ki! okurken göğsünüz kabarıyor. Belgesel tadında çok güzel bir Roman olmuş.

Böyle bir çalışmaya imza atanan benim meslektaşım ve arkadaşım olduğu için büyük gurur duydum. Aydın abiyi tebrik ediyorum…

Bu arada Eser Sivas’ta iki kitapçıda satılıyor (Paşa camii altındaki Vilayet kitap evi ve İstasyon caddesindeki Yeni Dört Eylül kitap evi) okumak için ikinci baskıyı beklemeyin…

Aydın Deliktaş Ve “Rütbesi Türk”

Ahmet Özdemir
Gazeteci&Yazar

Aşık Veysel, “Muhabbetin canda haslardan hastır /  Avutur Veysel’i bir şen piyestir /  Türk adı babamdan bana mirastır /  Daha bundan başka adı neyleyim” diyor. Bir başka şiirinde inanışını pekiştiriyor: “Dünya geniş olsun ister dar olsun / Yeter ki kalbimde iman var olsun / Her zaman milletim bahtiyar olsun / Rütbemle, mesnedim bana kâfidir…”

İlk okul yıllarımda sinema ile ilk tanıştığımda seyrettiğim filmim adı “Meçhul Kahramanlar”dı. Ayhan Işık’ı, Sezer Sezin’i, Turan Seyfioğlu’nu ve Hulusi Kentmen’i ilk kez o zaman perdede görmüştüm. Ayhan Işık ve Turan Seyfioğlu yüzbaşıydı. Sezer Sezin Ayşe diğer adıyla Zafer Yıldızı’ydı. Ayhan Işık’ın ihanet içindeki Turan Seyfioğlu’nun (Şarkışla anlatısıyla) “duluğuna duluğuna çakışı” sahnesini unutmamışım.

Bu girişten sonra sözü sevgili meslektaşım, hemşerim Aydın Deliktaş’ın “Rütbesi Türk” adlı kitabına getireyim. “Rütbesi Türk” bir belgesel ya da biyografik roman. Kitabın artı değeri usta bir gazetecinin röportaj tadındaki ana temayı doğrulayan belge ve fotoğraf eklentileri olmuş.

Romanın kahramanı, Cumhuriyet’e giden yolun meçhul değil meçhule ve haksızlığa terk edilmiş Kıdemli Yüzbaşı Seyit Mehmet Öktem. Aydın Deliktaş, kahramanımızın zaman zaman coşkuya sürükleyen, zaman zaman içler burkan hayat hikayesini anlatmış. Özellikle emeklilik döneminde uğradığı haksızlıklar, okurken bizi de isyana sürüklüyor.

O, Orhan Şaik’in dediği gibi “Huduttan hududa yol bulup, cepheden cepheye koşanlar”dan biri. Bu vatanın sahib-i aslisi. İsmet İnönü’nün öğrencilik arkadaşı.  Çatalca Savaş’ında gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle yüzbaşılığa yükselmiş, garptan şark cephelerine koşmuş Sarıkamış harekâtına katılmış. Binlerce donarak şehit olanlar arasında ayaklarının donması sonucu parmakları kesilmiş. Buna rağmen cephe ve cephe gerisi hizmetlerini sürdürmüş bir kahraman. Hayır, bir İstiklâl Madalyası bile verilmeyen meçhul kahraman.

“Rütbesi Türk”, sözünü ettiğim gazi Seyit Mehmet Öktem’in  hayatı üzerinden yaşanan tarihi olayları anlatıyor. Ayrıca iki savaşta gazi olmasına rağmen bir yüzbaşının siyasetin amansız dişlileri arasında un ufak edilişini konu alıyor. Alanında az sayıda örneği olan ve bir gazinin tüm hayatını belgelere dayalı olarak dile getiren bu kitap, 1893 ile 1942 yılları arasında Sivas’taki günlük hayattan da realist paragraflar da içeriyor.

Destanlarda dile geldiği gibi bir Türk’ün vatanın kara günler göre göre, cesetten ağ öre öre, kara barut ile dolma tüfekle topa karşı dura dura, ilaçsız, doktorsuz, kendi yarasını gömlek yırtıp, sara sara kurtarması bir kutsal görevdi. Ama, Türk olmayı coşkulu biçimde omuzlarında taşıyan memleket evladı Seyit Mehmet’in yaşadığı haksızlıklara, çektiği sefalete rağmen hem askeri hem idari ve hem de adli makamların ilgisizliği, bigâneliği reva değildi.

İsyan edilesi bu dramı Aydın Deliktaş, yalın dil ve akıcı anlatımla bizlere aktarıyor. Üslup berraklığının içinde yukarıda söz ettiğimiz gibi 1893 yılından 1942 yılına kadar geçen zaman diliminin tarihini, sosyal ve toplumsal yapısını ağır ve sıkıcı olmadan yansıtıyor. Kahramanımızın yaşadığı kentin sosyal hayatını, iklimini çok iyi bilen gözlemci yazar olarak geçmiş yıllara empatiler yaparak adeta beyaz perdede gözlerimizin önüne getiriyor. 

Aydın Deliktaş’ın kitabın önsözünde yazdığı görüşler önemli: “…Sıradan bir insanın bir ülkenin tarihine etkisini gösterebilmesi bakımından bu yakın tarih çalışması ülkemiz gençlerine yollarının siyasi ve askeri olarak kesişebileceği mevkilerdeki insanların hikayeleri kadar değerli olabildiğini hatırlatacaktır. Yüreği ülkesi için atan her vatandaşın hikayesi değerlidir. Türk olmak ve memleketimizin istikbali için bir tuğla koymak başkaları tarafından taltif edilmekten önemlidir. Tarih, zamanı geldiğinde ülkemiz için yapılan her faydalı işin hakkını sahibine teslim edecektir. Bu çalışma Türk olmayı coşkulu biçimde omuzlarında taşıyan her memleket evladının anısında Seyit Mehmet’e bir saygı duruşudur.”

Rütbesi Türk özellikle gençlerimizin okuması gerekir ki, Türklüğün ve vatanın değerini bilip yarınlara taşısınlar.

Aydın Deliktaş’ın araştırmalarına katkı veren danışmanlık yapan Öktem ailesinin fertleriyle birlikte Prof. Dr. Sayın Recep Toparlı’ya, Ahmet Necip Günaydın’a teşekkürü var. Kitabın okuru olarak bizimde teşekkür etmek görevimiz olsa gerek.

Okunmaya değer bir eser

Rukiye TOY
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni

Aydın ağabeyi Sivas Radyo Televizyonun da program yaptığım günlerden tanırım (belki kendisi bilmez 🙂 ) asıl tanışıklığımız ise “İl İnsan Hakları Kurulu”nda görev aldığımız zamana denk gelir.

Gazeteci kimliğinin yanı sıra şehrin ve ülkenin sorunlarını dert edinen, çözümü için çabalayan, fikirleriyle katkıda bulunan Sivas için önemli bir isim Aydın Deliktaş.

“Rütbesi Türk” isimli romanı gözlerim dolarak, içim sızlayarak bir solukta okudum. Özellikle “Sarıkamış” bölümünü okurken duygulanmamak mümkün değil.  

Sivas’ın sokaklarını, adetlerini, komşuluğunu o kadar güzel anlatmış ki, adeta o günlere gidiyorsunuz. O zamanın cefakar ve fedakar Sivas insanına minnet ve şükran duyuyorsunuz.

Sivas’lı Sarıkamış Gazisi Seyit Mehmet Öktem’in gerçek hayat hikayesi, yaşadığı zor günler, katıldığı savaşlar, emekliliğinde uğradığı büyük haksızlık mutlaka okunmalı..

Kitabın bir diğer özelliği o günleri adeta bir tarih kitabı gibi gerçek ve objektif bir şekilde anlatıyor.

“Gazi Seyit Mehmet’e iade-i itibar gibi hissettiğim “Rütbesi Türk” okunmaya değer ..

Emeğinize kaleminize sağlık Sayın Aydın Deliktaş… 🙏

Kaleminizin mürekkebi kurumasın devamı gelsin inşallah… 😊

Rütbesi Yazar

Erdoğan DURSUN
Felsefe grubu öğretmeni

Ercüment Damalı, Rıfat Öçten, Şevki Ecevit, gibi siyasi kimliklerinin yanı sıra entellektüel kişiliklerini ortaya koydukları Hakikat Gazetesinin 1949 yılı arşivinden “42 Yıl Önce Hakikat” diye bir başlığa araştırma yapmamı istediğinde Rahmetli Ahmet Turan Gürel benim için muhteşem bir deneyim olmuştu. Sedat Veyis Örnek, Eflatun Cem Güney, Ahmet Göze gibi yazarları ortaya koydukları düşünceleri, analizleri görmüş FİKRİYATI YÜKSEK SİVAS izlenimi bende yer etmiş “Şimdi yeni yazarlar çıkar mı diye” ah vah etmiştim. O gazeteden çıktı o yazar Aydın DELİKTAŞ.

Rütbesi Türk’ün yazımı sonrasında baskıya girmeden bazı bölümlerini görmüş düşüncelerimi söylemiştim.

Şimdi öyle “Bir solukta okunacak kitap” gibisinden süslü püslü sözler söylemeyeceğim.Kitabı alıp okuduğunuzda şunun farkına varacaksınız; Tarihin tadını almak. Nedir tarihin tadını almak derseniz; ” Tarih kronolojik sıralama değil felsefesini yapmak demektir”. Aydında bunu yapmış. Okuyucuya analiz ve hayal etme fırsatını vermiş. Dramaturjik ögeleri sağlam. Kitabı okurken hayal edin ve filminizin yada oyununuzun yönetmeni olun keyif alın.

Bu kitap O’nun ilk romanı. Aydın Deliktaş ı tanımayanlar için merak edilecek bir kişilik. Bizden sonraki nesilden gelen genç gazeteci arkadaşlarımıza iyi bir örnek. Kendini yıllar içinde yetiştirip bir basın mensubunun muhalif tutumunun aslında kendine muhalif olarak kendini yetiştirmenin örneği olduğunu görmek gerek. Aydın sadece bir gazeteci değil artık bazılarının kendine söylettirdikleri GAZETECİ YAZAR.

Kısacası RÜTBESİ YAZAR hemde Gazeteci Yazar. Okurun çok olsun sevgili arkadaşım.
Bu arada kitabın yayıncısı Doğan YaşarDoğan’ı da tebrik etmeden geçemeyeceğim.

Hayal gücü yüksek okumayı sevenler için kesinlikle öneririm.

Ne mutlu Türküm diyene!

Ziya Soybayraktar
Sosyolog

Aydın Deliktaş kardeşimin “Rütbesi Türk” kitabını büyük bir heyecanla ve sindire sindire okudum. Sayın Deliktaş’ın gazetecilik hayatındaki yazılarını severek okuyan bir okuru olarak kullandığı arı dil Türkçe, kısa ve öz metinler içine ustaca işlenmiş mesajlar, sahibine gönderilmiş mektuplar gibi yerine ulaşıyordu. Üslubunu ve yazı karakteristiğini çok takdir ettiğim bir arkadaşımın Rütbesi Türk romanı beni hiç şaşırtmadı. Yazı dili, üslubu, cümle yapısı, olayları anlatışındaki sadelik o kadar berrak ki maşallah.

Bu şehrin kıraç toprakları Türk Edebiyat tarihine, folkloruna, halk kültürüne kazandırdığı ozanlar, yazarlar, şairler ve araştırmacılar ile çok bereketli ürünler sunmuştur. Belki de en verimli yanımız bu alan. Coğrafyanın insan karakterine etkisi, kadim geleneğin muazzam bereketi Sivas’ımızı Türk Edebiyat alanın da öne çıkarıyor. Kıymetli kardeşimiz de onlardan birisi.

Kitabı okuduğumda;

Geleneksel hayatın normlarını ve folklorunu, içinde büyüdüğü şehrin kendisinde içselleştirmiş olduğu duygular ile o kadar güzel anlatmış ki; Sivas’ı hiç yaşamamış bir insan, kitabı okuduğunda bu şehrin coğrafyasını, iklimini, komşuluk ilişkilerini, imece çalışmaları, kız isteme adetlerini, aile yaşamında uyumlu bir ailenin sevgi, saygı ve nezaket kuralları çerçevesinde anne-baba ve çocuk ilişkilerindeki hoşgörü, tevazu, nezaket ile birlikte birey olmaya saygıyı fark ediyor.

Kent sosyolojisindeki farklılıkları, Sivas ve İstanbul’da Gazi Seyit Mehmet Yüzbaşı’nın ikametgâh değişikliklerinde o kadar güzel ortaya koymuş ki, sanki sürecin içindesiniz. Kent yaşamını insanların sosyaliteleri, duyguları ve modern-geleneksel olgusu, güzel anlatılmış.

Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında yaşanan gelişmeler, askerin tutumu, milli hissiyatın, devlet olma bilincinde ne kadar etkili bir duygu olduğunu ortaya koyuyor. Türk milliyetçiliğini, Türklük şuurunu, iman esasları ile bütünleşik, Osmanlı askeri eğitiminde yetişen askerin bu duygular ile ne kadar samimi kişiliklerde olduğunu görüyoruz.

İnanç öğelerinin, mukaddesatın, ahlaki şuurun sağlam bir iman ile bütünleşmesi halinde insanda oluşturduğu, kişilere kazandırdığı mücadele azmi ve korkusuzluk inancını, hikâyenin kahramanı Gazi Kıdemli Yüzbaşı Seyit Mehmet’in ilişkileri üzerinden o kadar güzel ortaya koymuş ki, hikâye okuru kendi anaforuna dâhil ediyor ve süreci sanki birlikte yaşıyormuş gibi hissettiriyor.

Romanın geçtiği dönemin geçiş dönemi olmasından kaynaklı ilişkilerdeki kopukluklar, uygulamadaki aksaklıklar, ihmal ve yanlış işlemler roman kahramanı Gazi Yüzbaşı Seyit Mehmet’i mağdur ettiğini ama Seyit Mehmet’in inancı, devletine güveni, milliyetçilik duyguları farklı ilişkiler içine girmesinin önüne geçmiş.

Ne Mutlu Türküm Diyene.

Herkesin okumasını önereceğim kitap gerçekten övgüye layık. Eline, yüreğine, aklına sağlık Aydıncığım.

TARİHİ ROMAN MI EDEBİ ESER Mİ?

Her şeyden önce Rütbesi Türk kolayca okunan, hayal gücünün, heyecanın, hepimizce çok rahatlıkla anlaşılabilecek karakterlerin ve bu karakterlerin hayallerinin, kusurlarının büyük bir başarıyla anlatıldığı bir eserdir.

Yazar’ın kitaptaki en büyük başarısı hikâye anlatıcısı olarak ortadan kaybolmayı başarıp, hikâyeyi karakterlerinin sürdürmesine olanak vermesinde gizlidir. Okura hangi karakterin hareketlerinin onaylanması hangilerinin yerilmesi hususlarında yol gösteren herhangi bir otoriter ses yoktur. Okur roman boyunca kendi yolunu kendi bulmalı, şaşırmalı, karmakarışık duygularla boğuşmalıdır. Muhtemelen yazar, zaten böyle objektif bir eser yazmayı planlamıştır. Edebiyat tarihçileri ve yakın tarihçiler muhtemelen Rütbesi Türk’ü daha iyi anlayabilmek maksadıyla yazarın biyografisiyle, kişiliğiyle ve diğer eserleriyle ilgili araştırmada bulunmaya çalışacaklardır. Ancak, bu kitapta yazarın hayatı gizli kalmıştır. Yazarın henüz başka eseri olmaması nedeniyle kitabın sayısız farklı yorumu eserin değerini sürekli korumasına yol açacağı muhakkaktır.

Kitapla ilgili en basit açıklama romanın Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında geçtiğini ifade etmek olacaktır. Okur hikâyeye bu noktadan girerse, tarihi arka planı kavrar, olayların gelişimini, Türk insanının yabancı işgalcilere ve örgütlü-örgütsüz mücadeleye karşı nasıl bir tutum geliştirdiklerini görür. Bu noktada yazarın gücü hikâyeyi hem içe işleyecek hem de güçlü kişilikler üzerine bina edecek şekilde yazmasında saklıdır. Yazarın arka planı büyük başarıyla çizmesi okurda sanki o an gerçekleşmekte olan bir hikâyeyi okuduğu izlenimi uyandırmaktadır. Kitabı ikinci kez okunduğundaysa yazarın yaşadığı yöre, bir takım kültürel farklılıklarıyla ön plana çıkar.

Romandaki ana karakterler gerçek kişiler olsa da tali karakterler de sanki gerçek hayattan bire bir kopyalanmış gibi gözükmektedir. Örneğin üsteğmenken dostluk kurduğu yakın arkadaşı Kenan, sağ kolu ve emir eri Ramazan, Hallaç Hıdır, sivil hayatta kendine edindiği asker emeklisi arkadaşlar, muhatap olduğu taş ustası ve hafız gibi karakterler gerçekte yaşamış gibi bir izlenim vermektedir.  Tüm tarihi olayların roman kahramanı tarafından yorumlanmış olması, yazarı da bu tarihi süreç karşısında kitaptan çıkarmış ve objektif bir duruma getirmiştir. Tartışmalı tarihi konularda yazar, kararı okuyucuya bırakmayı da başarmıştır. Örneğin romanda Ermeni Tehciri konusunda günümüzde de geçerli olan iki görüş baskın bir şekilde ortaya konulmuştur. Roman kahramanının askeri bir kişilik olması sebebiyle o cepheden bakışla tehcirin gerekliliği, babasının bakış açısı ile de sivil insanların tehcire bakışı net şekilde anlatılmıştır. Yazar, başarılı bir şekilde taraf olmaktan çıkmış ve yorumu aynı başarıyla okuyucuya bırakmıştır. Benzer başarılı uygulama, Çatalca Savaşı ve Sarıkamış Harekâtında da satır aralarında görülmektedir. Roman kahramanının hiyerarşik yapısı birçok açıdan tam bir askeri disiplini ifade etse de zaman zaman inisiyatifler alması ve kendinden beklenmeyecek çıkışlar yapması alınan birtakım kararların yanlışlığına yine aynı disiplin içinde göndermeler barındırmaktadır.

Roman kahramanı geleneklere son derece bağlı bir karakter çizmiş olmasına rağmen özellikle karşıt görüşleri etkileme biçimi hem o dönemin hem de bugünün aydın kesimin propaganda biçimini andırır. Felsefi bir arka planı olan dönem kahramanlarına yapılan göndermelerde daha ziyade Seyit Mehmet’in iç dünyasını betimlediği yerlerde sezilmektedir.

Bir başka açıdan bakıldığın da şu yorum da yapılabilir; Rütbesi Türk, önceleri Osmanlı’yı hemen ardından da genç cumhuriyeti tehdit eden rejim karşıtlarına karşı önce bir askerin sonrasında bir sivilin aynı ruhla bir cevabı olarak algılanması biçimindedir.

Bu yoruma göre Seyit Mehmet, önceleri üniformasının verdiği görev ve yetkileri en üst seviyede yerine getiriyor gibi gözükmesine rağmen temelde bağlılığının vatan, bayrak ve din olduğu telakki edilebilir.

Diğer taraftan Rütbesi Türk’ü bir Türk milliyetçiliğinin etkisi altında yazılmış olarak kabul etmek belki de çok basit bir yaklaşım olacaktır. Seyit Mehmet’in milliyetçiliği, on sekizinci yüzyılın sonlarında doğup Avrupa’yı kasıp kavuran milliyetçilikle pek de mukayese edilemez. Neticede Seyit Mehmet, nihilist öğeler taşıyan ve tüm ideolojileri reddedip, yalnızca vatana-insana hizmet temeline dayanan bir sistemin özlemindedir. Benzeri şeyi tüm ulus için tasavvur etmek, insan algılarını ve yaşamını bu uğurda feda edecek bir ideolojiyi savunmak ne kadar mantıklı olabilir?

Rütbesi Türk’ü ulusal özgürlükle alakalı gizli kapaklı anlamlar içeren bir eser olarak görmek aynı zamanda kahramanın siyasetle ilgilenmeme hususunda yaptığı beyanatlarla da çelişecektir. Daha da ötesi bu türden bir yorum eserin değerini azaltırken, daha ziyade bu tür yorumları yapan kişilerin kendi fikirlerinin baskın şekilde ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir. Bu da eserin ideoloji uğruna heba edilmesi manasına gelir.

Peki Rütbesi Türk’ü günümüzün koşullarıyla nasıl okuyabiliriz?

Rütbesi Türk, en ufak bir siyasi çözüm önermediği gibi geleceğe de herhangi bir siyasi pencere açmamakta, yalnızca tarihi dikkatli ve çeşitli biçimlerde okumanın nelere yol açacağını sergilemektedir. Ancak kabul etmek gerekir ki dünyanın her yerinde siyasiler ve alt kademeleri Rütbesi Türk gibi kitaplar sayesinde, siyasi hırsla aldıkları birtakım kararların ileride nasıl sonuçlar doğuracağını ve gelecek nesiller tarafından ne şekilde algılanacağını anlamış oluyorlar. Bu da kitabın hedeflenmemiş olsa da sonradan ortaya çıkan faydalarından biri olarak görülmelidir.

Bu okuma biçimlerinin hepsi mümkündür elbette. Ama tüm bu yorumlar en önemli gerçeği gözden kaçırmamalıdır. O da Rütbesi Türk’ün aslında bir edebi eser olduğu gerçeğidir. Bu eserin temel amacı gerçekleri ortaya koyup, çeşitli siyasi polemikler yaratmak değildir aslında. Daha ziyade edebiyatın yapabileceği şeyleri, okuyucuyu etkilemeyi, hayatın çeşitliliğini, karmaşıklığını gözler önüne sermeyi, insanlıkla alakalı daha derin ve evrensel gerçekleri keşfetmeye çalışmayı, kendimizi ve dünya hakkındaki algılarımızın nasıl oluştuğunu betimlemeyi hedeflemektedir. Yazar metne açıkça sezilecek biçimde müdahale etmemiş aksine daha çok kurnazca biçimlendirdiği ipuçlarıyla, tuzaklarla, tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi hakikati yalandan ayırmayı bize bırakmış. At gözlüğü takarak metni okuyan biri kitaptan tamamen fanatik bir siyasi hınç sonucu çıkarabilir. (Her dönem yaşanan siyasi hınçlara ne diyeceğiz o zaman?) Kötü niyetli bir okuma ile metnin cumhuriyetin ilk yıllarını karalamak için bulunmaz bir fırsat olduğunu da ileri sürebilirler. Ama bu da son derece riskli bir tutum olacaktır. Dikkatli okurlar Rütbesi Türk’ün aslında tüm bunlardan çok daha farklı yerde bulunduğunu hemen kavrar.

Her şeyden önce Rütbesi Türk, ideolojilerin hatta dogmatik öğeler taşıyan ideolojilerin eleştirisi olarak algılanmalıdır.

Aslında metinde Seyit Mehmet, uzun uzun hem dinine bağlı hem ülkesine, vatanına ve insanına bağlı, gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya sarılmış olmasına rağmen alternatifler üzerinde durarak kendi yaşam deneyimlerini renklendirmiş hem de seküler anlayışı reddetmiştir. Lâkin bu pozitivist yaklaşım bir süre sonra hiper rasyonalizasyon seviyesine çıksa da aniden temelde zihninin derinliklerine işlemiş olan kader-tevekkül başlangıcına dönmesi kişiliğinin ve geçmişinin ona yüklediği misyondan sıyrılmasına engel olmuştur.

Hayli ilginçtir; yazar bir taraftan da Seyit Mehmet karakterinde (onun büyük bir ihtimalle asla kabullenmeyeceği ölçüde) karmaşa ve zayıflık görmemize de olanak verir. Örneğin zaman zaman onca başarısına ve inisiyatif almasına rağmen rütbe alamamasını kaderine boyun eğmiş ve kabullenmiş gibi gösterse de asla unutulmayacak bir hayal kırıklığı ve sebebini ortaya çıkarabilme hırsıyla dolu olabileceğine dair birtakım ifadeler okuruz. Sonra birdenbire kendisini bu amaçtan vazgeçmiş yalnız ve savunmasız hissettiğini görürüz. Bu da bize Seyit Mehmet’in iç dünyasındaki naifliğini, vatanı için mücadele eden bir kahramanın kendisi için mücadeleye girişemeyecek kadar içine kapanıklığını göstermektedir. Yazar, kendi şahsi meseleleri söz konusu olduğunda gerçek duygularını dışa vuramayan bir karakterle okuyucuyu kitabın içine katıp çözüm yolları aramasına da imkân tanımıştır.

Romanın ayrılan kısımları başlı başına bir roman havası vermektedir. Bu da okuyucuyu her yeni bölüme geçtiğinde olumlu olumsuz yeni bir sürpriz beklentisi içine sokmaktadır. Yazar bazı bölümlerde bu beklentiyi karşılarken, bazı bölümlerde belli yaş grubunu çocukluğuna, gençliğine götürecek dokunuşlarla tebessüm ettirmeyi başarmıştır. Kitabı tarihi biyografiden romana evrilten de bu dokunuşlardır. Kahramanın özellikle çocukluk anılarını hayal ettiği bölümler tüm okuyucu kitlesinin ortak anısı haline dönüşmekte ve okuyanı direkt içine çekmektedir.

Romanın duygu bütünlüğü ne anlatılarak ne de diyaloglar yoluyla verilmiş, tam tersine ana karakterlerin sessiz tavırlarıyla sezdirilmek istenmiştir. Bu bazen duygularının neden olduğu tasvirlerle, istem dışı mimiklerle, bakışmalarla, kaş çatmalarla, vücut diliyle anlatılmaya çalışılmıştır.

Kabul etmek gerekir ki böyle bir yöntem gerçeği kelimelerin ifade edebileceğinden daha güçlü biçimde ortaya koymuştur. Bu etkileyici duygu ifadeleri genelde çok az ama en etkili yerlerde kullanılmıştır. Bunun sebebi kısmen durumun son derece kısa sürede olup bitmesi kısmen de çok daha önemli hususların gündeme oturmasıdır. (Savaş ve çetelerle mücadele söz konusu olduğunda ideoloji, askerlik söz konusu olduğunda vazifeler, Seyit Mehmet söz konusu olduğundaysa mantık bu önemli hususları ifade eder.) Bu yüzden de tam olarak anlayamadığımız ancak sezer gibi olduğumuz duyguların ifadesi bıçakla kesilmişçesine son bulur. Ama tüm bu engellere rağmen roman hakikaten ifşa edildiği çok sayıda kırılma noktası içermektedir. Yazar, bu şekilde okuyucuyu sadece bir tek hikâyenin içinde kalmaktan kurtarır.  Felsefeyi bireyselcilik olarak kabul eden filozoflar dünya savaşları arasında bu türden dürüstlük anlarıyla ve insani ilişkilerin neden olduğu savunmasızlığı ilahi gücün tezahürü olarak görmeye eğilimliydi. Dogmatik dinlere ve sosyal bilimlerdeki benzeri yansımalarına (o zamanlar için bu Freud etkisindeki psikoloji ve Marksizm olarak nitelendirilebilir) tepki olarak bireyselciler insan kişiliğine biyolojik, sosyal ve tarihi açılardan yorumlar getirmek dışında konuyu psikoloji, ahlak ve maneviyat penceresinden de inceleme arzusunda oldular.

Özellikle Seyit Mehmet’in vazifesini kusursuzluğa ulaştırma maksadıyla verdiği mücadeleden de anlaşıldığı üzere Rütbesi Türk’ün temelde tekamüle ermiş bir insan modeli önerdiği anlaşılır. Kısacası Yazar’ı bu kitabı okuyup mutlaka bir ideolojiye yakın görmek gerekirse bu da bireyselcilik olacaktır. Bu düşünceler ışığında bakılınca eserin yıllar boyu eleştirmenleri şaşırtacağı ve üzerlerinde tartışmalar çıkmasına neden olacağı muhakkaktır.

Yazar, kendi görüşlerini ve bilhassa ilgilendiği konuları Seyit Mehmet ve diğer roman karakterlerine yedirerek ifade etme yolunu seçmiştir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde kahramanın Mustafa Kemal Paşa’ya olan yoğun ilgi ve alakasını onun üzerinden kaleme alarak son derece ustaca o döneme yöneltilmesi muhtemel aşırı tepkilerin de önüne set çekmiştir. Seyit Mehmet’in uğradığı haksızlık, dönem siyasetine bağlansa da kurucu güç kıvrak bir zekâ ile koruma altına alınmıştır.  

Yazar, dönem romanı yazmasına rağmen bugün kullanım dışı kalmış kelimelere yer vermemiştir. Hem genç okurların hem de önceki nesil okuyucuların anlayacağı şekilde bir dil tercih etmiş, ancak belgelerin çevirilerini Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki dille yayınlayarak genç okurlara araştırma yapma imkânı tanımıştır. Kitabın önsözünden anlaşılacağı üzere Rütbesi Türk, çok farklı düzlemlerde okunabilecek gerçek bir eserdir. Çatalca ve Sarıkamış başta olmak üzere, çocukluk, gençlik ve sivil yaşantı içerisindeki birtakım hikayeler oldukça çarpıcıdır. Ancak yine de bunun bir kurgu eser olduğu hatırdan çıkartılmamalıdır.

Okurun romanı bitirdiği zaman bir kez daha dönüp en başından okuma arzusu duyacağına eminim. Kanımca ister kurmaca olsun ister olmasın bir eserin bu şekilde tanımlanması onun gerçek gücünü göstermektedir.

(EDİTÖR)