Diyorlar ki, Arakan kan ağlıyor; insanlar diri diri yakılıyor, çocuklar parçalara ayrılıp vahşi hayvanlara yediriliyor; Budist rahipler ve Budist kefereler Müslümanları kıtır kıtır kesiyor!
Tıpkı Mazdeki Rahipleri gibi; bir coğrafyayı sapıklığa boğan, analarını, bacılarını, kızlarını kısraklarını mal olarak paylaşan, yayılmacı sapık zihniyetin, gariban halkı rezillik ve kepazelikle inim inim inletmesi gibi!
Koskoca bir coğrafyayı, Türklerin bükülmez bileğine muhtaç eden, sözde dini akımın hikâyesi gibi!
Cehaletin, softalığın ve yobazlığın diz boyu ilerlediği bir anda bir rahip çıktı, milleti kendine bağladı; “Kadın maldır, paylaşın” dedi, kimine annesini, kimine kız kardeşini ve hatta kimine öz kızını pay etti.
“Kadınını paylaşmayan insanlığın düşmanıdır” deyince, yanaşmayanlar kılıçtan geçirildi; Mazdeki Rahibinin istediği her türlü sapıklığa, ayyaş ve kadın düşkünü halk sımsıkı sarıldı; kendisine annesi pay edilen on üç yaşındaki İran Şahı, bu rezilliğe boyun eğerek kurtardı tahtını, tacını…
25 yaşına bastığında hâlâ Şah’tı; lâkin bu sapıklara karşı duracak ne gücü vardı, ne de cesareti.
Yılların utancını yaşayan annesi kulağına “Türk” diye fısıldadı; “Türkler kurtarır bizi iğrenç sapıklıktan”; en güvenilir adamlarını ulak yapıp Türk yurduna yolladı.
Ak Hun İmparatorluğu’nun başında Ulu Hakan vardı; İranlı ulağın anlattıklarını kendi kulaklarıyla dinlediğinde, öfkesi Tanrı Dağı’nı bile titretecek kadar yüksekti; “Bin atlı okçu” dedi hışımla, bin atlı hazır edildi…
“Bu sapıklık Turan’a varmadan ortadan kaldırılacak” dedi!
Ulak, İran’a vardığında bin atlı yağız yiğit kılıçlarını, oklarını hazır etti; çeliklere art arda su verildi, ok uçları bir bir elden geçirildi.
İran Şahı, aldığı talimatla öyle bir ziyafet verdi ki, meydanı hınca hınç sapık Mazdekilerle doldurdu; önde Mazdeki rahibi, ardında mal ve eş olarak seçtiği kendi kızları, peşinde yardımcıları, onların yardımcıları…
Şâşânın gösterişin en âlâsı yaşandı; başına geleceklerden habersiz, tüm Mazdekileri bir kez daha peşe peşe kutsadı; kadehler bir kez daha bu ihtişama kalkarken, kırk bin sapık, etrafının bin Türk cengâveri ile çevrelendiğinden habersizdi.
Bir kılıç havaya kalktığında, bin Türk cengâveri sadaklarından birer ok çıkarıp nişan aldı, o kılıç indiğinde bin ok rüzgârı kıskandıran bir sesle alana indi; kimi ok gözden girip kafadan çıktı, kimi bir kulaktan girip diğerinden, kimisi ağızdan girdi, kimi kalbe saplandı; dört suda eritilmiş çelik uçlu Türk okları bin sapığı saniyesinde yere serdi.
Kılıç ikinci kez kalkıp indiğinde bin ok daha Mazdeki sapıkların üzerine ecel olup indi; peş peşe tam on bin ok, on bin Mazdekinin sapık vücudunu yere sermişti; bin yiğit kılıçları çekip atları alana sürdüğünde, “Şah Meydanı” kesilmiş başla dolup taştı.
Bin atlı Türk yiğidi, o meydanda bedeninden ayrılmamış bir tek sapık baş bırakmadı; Mazdeki rahibini koruyan muhafızların kafaları tek tek kesildi; Turan ilinden gelen çeriler yirmi yıl süren sapık saltanata, Ulu Hakan’ın emriyle son verdi.
Semerkand’a, Tebriz’e, Kaşgar’a ve tüm Turan yurtlarına ulaklar gitti; Ulu Hakan’ın “Bizden kaçan Mazdekilerin bir tekini bile sağ bırakmayın, rezil başlarını sapık bedenlerinden ayrın!” fermanı iletildi.
Mazdeki Rahibi, Ulu Hakan’ın emrettiği gibi sağ ele geçirildi; güneşin altında üzerine türlü karışımlar dökülerek canlı canlı çürümeye terkedildi; birinci gün kurt düştü vücuduna inim inim inledi.
İkinci gün feryadı yeri göğü inletti; üçüncü gün lime lime dökülmeye başladı etleri, dördüncü gün kendinden geçti; ayıldığında, yüz Ak Hun erinin korumasında, tüm Turan illerinin önde gelenleri, Şah ile birlikte yanına geldi.
Ulu Hakan’ın “Sorun” diye ferman buyurduğu sorunun cevabı tüm coğrafyaya yayıldı; “Nasıl yaptın?” dediler Mazdeki Rahibine, “Nasıl başardın?”
Son inlemeydi verdiği cevap, titretip herkesi kendine getirdi;
“Törenizi bırakmıştınız, kandırılmaya hazırdınız, uyaranlarınızı da dinlemediniz!”
Yirmi yıl evvel girmişti Mazdeki Rahibi İran’a; o dönemin Şahı, baş tacı etmişti bu yeni misafirlerini, her imkânı sermişti önlerine. İlk fırsatta, içki ve kadın düşkünlerini kullanarak yeni bir din çıkarmışlardı ortaya.
O gün dünyaya lazım olan, her yönüyle töresini yaşayan Türklüktü ve töresini yaşatan bir Hakan!
Aman dileyene aman veren, yardım isteyene yardım eden!
Tıpkı bugün lazım olduğu gibi!
(01/08/2012 Hakikat Gazetesi)